Devlet-PKK çatışmasında Türk paramiliterleri - Ayhan Işık

  Ayhan Işık [i] Özet Bu makale, Türk devletinin paramiliter örgütlerinin zaman içindeki dönüşümüne ve bu örgütlerin muhaliflere, özellikle Kürtlere, karşı “kullanışlı” bir araç olarak nasıl kullanıldığına odaklanmaktadır. Paramiliter gruplar, yaklaşık kırk yıldır devam eden Türk devleti ve PKK arasındaki çatışmaların ana aktörlerinden biridir. Bu gruplar, 1980’den beri, özellikle savaşın yoğun olduğu zamanlarda bazen yardımcı kuvvet olarak, bazen de ölüm timlerine dönüşerek, PKK’yi desteklediği düşünülen Kürt sivillere karşı faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve yargısız infazlarda resmi ordu güçlerinin yanında  kullanılmışlardır. Yazıda, Türk devlet elitlerinin bu aparatı yalnızca iç siyasette değil, Orta Doğu’da ve Kafkasya’daki çatışmalarda kullandığını hatta devletin bu paramiliter geleneğini Batı Avrupa’ya kadar genişlettiğini tartışacağım. Paramiliter Örgütlerin Oluşumu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana yüz yıldan fazla bir zamandır, farklı Kürt siyasal hareke

Yasayla Mücadele - Ferîk Özgür



Geçtiğimiz günlerde, Gazete Karınca’da yayınlanan “Yasal Terör”[1] isimli yazı önemli noktalara işaret etmekteydi. Yazarın işaret ettiği bağlam ve hatırlattığı konuların önemi inkâr edilemez. Bu sebeple hafızasızlığa karşı bir direnç ve bağlam üzerinde de bir tartışma, sürdürülebilir olduğu ölçüde önemli olacaktır.

Hepimizin hatırlayacağı bir davayla başlayacağız, konumuz bağlamında; Şemdinli Davası. Davanın savcısı Ferhat Sarıkaya, dava iddianamesinde “hukuki bir dürüstlükle” bazı açıklamalar yapmaktaydı. Belli başlı “terör tanımlarını” açıkladıktan sonra, şöyle diyordu bu hukukun vücut bulmuş hali olan savcı (!); 

Yukarıdaki tanımlardan hareketle şu sonuca ulaşabiliriz; terör organizasyonunun her zaman bilinen ve polisçe takip edilen bir yapı olması gerekmemektedir. Yukarıda yapılan tanımlardan ve tecrübelerden hareketle devlet dışı organizasyonların devleti hedef alarak terör eylemi gerçekleştirebilecekleri gibi devlet içerisindeki bir takım organizasyonların da terör eylemi gerçekleştirebileceği kabul edilmektedir. Ancak bu noktada şu soru kritik önem kazanmaktadır? Devlet içerisindeki odaklar neden terör eylemi gerçekleştirmektedirler? [2]


Bu hukuk timsali savcı elbette ahlaki bir düsturla, dürüstlük kaygısıyla bunu yapmıyordu; ya da bunu yapabilmesi için bunlardan fazlasına ihtiyacı vardı. Savcının bugünkü durumuna bakarak, bu fazladan nedenin ne olduğunu anlayabiliriz.[3] Marx’ın andığı eski bir İngiliz atasözünü anmakta fayda var; “Ne zaman iki hırsız birbirine düşse, namuslulara yararlı bir şey olur.”

Burada dikkatlerin yönelmesi gereken ikinci temel mesele ise böylesi bir hukuki dürüstlüğün (!) var olabilmesinin koşulu iktidar bloğu içindeki hiziplerin belli çıkar farklılıklarıyla çatışmaya girmiş olması[4] ve belli bir ölçüde mücadeleyle karşılaşmış olmasıdır. Fakat savcının yarım ağızla söylemiş olduğunu biz açıklıkla ortaya koyalım; bahsi geçen “terör eylemleri” devletin içerisinde bir odak tarafından münferit ya da devletten bağımsız gerçekleşen, sapkın biçimler değillerdir. Terörün bu deforme olmuş, subjektifleşmiş anlamını kabul etmek hatasından bir an önce vazgeçmemiz gerekli, terör etimolojik olarak “korku ve yıldırmaya dayalı yöntem” demektir. Bu anlamda o; belirsiz grupların, tekil eylemlerinden ziyade belirli bir stratejiye dayalı, egemenlik kurmak amaçlı bir yöntemdir. Sanıyorum ki bu tanımdan açıkça ortaya konabileceği gibi devlet görebileceğimiz en büyük terör örgütüdür, zaten aksi taktirde devlet olması da mümkün olmazdı. Zor tekeline sahip olması yönüyle, kendisinden başkaca bütün şiddet aygıtlarını ve egemenlik iddialarını terörizm olarak gösterme hakkına da sahip olduğu düşünülebilir, ama kendi dayanağı da bundan başka bir şey değildir. Elbette bu duruma karşı gelişmiş ya da gelişecek olan siyasal zor (terör), karşıtını kesintiye uğratıp zamansal/mekânsal hakimiyet sağlayabilirse, kendi kurumsal yapısını inşa etmeyi başarır ve süreklileştirirse -sınıfları ortadan kaldırmadığı müddetçe- devlet olarak var olabilir. Yani burada yasayı ve hukuku ya da toplamda egemen devlet aygıtını ön varsayan şey, başkaca egemenlik iddiaları ve zor aygıtlarını devre dışı bırakması gibi siyasal bir ön varsayımdır. 

Ancak etimolojik anlamından farklı olarak; hem savcının belirttiği hem de bugün yasalara tabi olduğu düşünülen, devletin tekelinde olan ve başkalarınca kullanılınca terörizm denen şey siyasal zordur. Genellikle yasalarla ve hukukla tezat oluşturduğu düşünülerek ya da ima edilerek kullanılmaktadır. Ancak burada ikili bir yanılgı üretilmektedir; birincisi yasa, zorun bir sınırlayıcısı değildir; devletin siyasal zorunun yasayı aşması, onu ihlal etmesi keyfilik ve aşırılıktan da kaynaklanmaz. Zira yasanın uygulanabilirliği, modern devletin meşru şiddet tekelini varsayar, ki bu varsayım yasal değil siyasal bir varsayımdır. Meşru şiddet tekelinin belli açılardan kısıtlanmış olması ya mücadelelerin ürünüdür ya da egemenlerin uzun erimli çıkarlarına doğrudan bir müdahalenin önünü yazılı olarak da almanın bir biçimidir. Bu anlamda yasa ve devletin zoru birbirine zıt değil, iç içe şeylerdir. “Her devlet biçimi, en zalimi bile, kendini her zaman hukukî örgütlenme olarak kurdu, hukukun içinde gösterdi ve hukukî biçim altında işledi: (...) Şu halde keyfilik, aşırılıklar, hükümdarın arzusu ile yasanın hükümranlığı arasındaki sözde bir karşıtlıktan daha yanlış bir şey yoktur. (...) Yasa, bu bağlamda, örgütlenmiş siyasi şiddetin kodudur”(Poulantzas, Devlet, İktidar, Sosyalizm, 2006, s.84-85). Yani aslında cezasızlık politikaları, yasanın ihmalini, keyfiliği ya da aşırılığı değil, onun varlığına işaret eder. Yasanın işlerliği egemenlere karşı değil ezilenlere karşı olduğunda mutlaktır.[5] Devletin edimlerinin standardizasyonu ve belirli düzeneklerin işlerliğinin garanti altına alınması açısından yasa, burjuvazinin kendisini egemen sınıf olarak örgütlemesinin ve onun uzun erimli çıkarını korumasının araçlarından birisidir. Burada halk mücadelelerinin yasa yapıcı etkisini de göz önüne almak gerekir, haklar bağlamına etki eden mücadeleler de yasa olarak kemikleşebilir. Ancak onların işlerliği her dönem için geçerli değildir, yasayı yaptıran iradenin zayıflamış, güçten düşmüş ya da tekrar ayağa kalkamayacak durumda olması, onun işlevsizleşmesine yol açabilir.[6] Poulantzas’ın yasayla ilgili değerlendirmesi önemlidir;

Her hukuki sistem, örgütlediği oyun kuralının değişkeni olarak, bizatihi kendi gidimliliği içinde, devlet-iktidarın kendi yasasına saygı göstermemesine izin verir. Buna hikmet-i hükümet denir ve terim gerçek anlamıyla yasallığın her zaman için yasa dışılık “sapmalarıyla” telafi edildiğini değil, ama devletin yasa dışılığının her zaman için kurumlaştırdığı yasallık içinde kayıtlı olduğunu gösterir: (…) (Poulantzas, Devlet, İktidar, Sosyalizm, 2006, s.94)

İkincisi ise liberal demokrasinin, ütopik tasvirinin referans olarak kalmasını sağlar. Zira bu bir ütopyadır ve egemenler açısından “yasa bir attır, eyerleyin sizi istediğiniz yere götürecektir.”. Ancak burada yasanın ve hukukun devletle bağı göz önüne alındığında, devletin kurucu zorunun, yapılanma ve yeniden yapılanma süreçlerinde belirleyici olduğu görülecektir; belirli bir sınıf mücadelesi konjonktüründe gerçekleşecek bu yeniden yapılanma sürecinde, -Türkiye özelinde 20 Temmuz Saray Darbesi sonrası olarak ele alınabilir.- güçler yasa biçiminde kemikleşme eğilimi göstermektedir. Doğal olarak yasa, edimleri geriden takip etmekte ve bu sebeple de bazılarının keyfi işlemlerinin kılıfı gibi düşünülmektedir. Aksine, zaten yasa, kurucu ya da yeniden kurucu siyasal edimi geriden takip etmektedir, bunun bir uydurma kılıf olduğu ve geçici olduğu yanılgısına kapılmak, yeni konjonktüre karşı bizi zayıf bırakacaktır. Çünkü neoliberal burjuva demokrasisi biçimleri, klasik anlamda burjuva demokrasisinin belli noktalardan aşındırılması ve faşist ögelerin burjuva demokrasisine kazandırılması (!) gibi özellikleri bağrında açıkça taşımaktadır. Kaldı ki Türkiye özelinde neofaşist bir sürecin hâkim olduğunu, henüz neoliberal burjuva demokrasisine geçişin de sinyallerinin zayıf olduğunu akılda tutmak gereklidir.

Özetle mücadelelerin güç dengeleriyle ilgili olan kemikleşmiş siyasal pozisyonların yasa olarak kalabileceği, ezilenlerin de bu bağlamda yasa yapıcı olabileceği ama bu yasanın devlet tarafından stratejik uzamda içerilmek bağlamından kurulabileceği açıktır. Tabii ki bu her şeye kadir bir devlet anlayışının ürünü bir kötümserlikten değil, devletin sınıflar mücadelesinin üzerinde seyrettiği bir ilişki olmasından böyledir. Diğer taraftan devletin zor aygıtının sınırları aşan zor edimlerinin sınırlandırılmasının yasal olamayacağı, bunun ancak mücadelelerle sınırlandırılabileceğine dikkat çekilmelidir. Yani burada yasaya ve hukuka -ya da hukuksuzluğa (?)- yapılan vurgunun, mücadeleler bağlamına kaydırılması gerekmektedir. Devletin zor aygıtlarının kısıtlandırılması, kazanılmış bazı yasal hakların yürürlükte kalması vb. bir mücadeleler sorunudur. Bunları doğrudan devlet aygıtının yapması gereken şeyler olarak düşünmek, liberal demokratik ütopyanın düşeceği bir yanılgı olmalıdır.[7]

Yasayla zor arasında bir bağ kurmak istersek, yasanın zorla uygulanabilir olmadığı müddetçe anlamsız olduğunu; bu sebeple zorla aynı doğrultuda olmak zorunda olduğunu belirtmeliyiz. Fiziksel zor doğrudan uygulanmasa bile her zaman vardır ve bu anlamda yasaya uymanın da kurucusu yine bahsi geçen fiziksel zordur. Bu sebeple yasal terör, kavramsal olarak, hukuk devletiyle aynı şeyi ifade etmektedir.[8]



[1]https://gazetekarinca.com/2020/10/yasal-teror-kemal-taylan-abatan/

[2]https://tr.wikisource.org/wiki/%C5%9Eemdinli_%C4%B0ddianamesi/Genel_de%C4%9Ferlendirme

[3]https://www.evrensel.net/haber/376528/eski-savci-ferhat-sarikayaya-feto-suclamasiyla-10-yil-hapis

[4]Devrimci Avukat Selçuk Kozağaçlı şöyle değerlendiriyordu bu dönemdeki yargı bağımsızlığını; “Mevcut anlamının en ideal formunu yaşadığı kısa bir an olmuştur, fakat bu iddia olunduğu gibi Cumhuriyet kodifikasyonu sayesinde değil, Gülen cemaati sayesinde yakalanmıştır. Her anlamda “enformel” olmaktan çıkıp, “formel” bir bütünlük elde etmiştir. Kaza tespit tutanağı tanzim eden trafik polisinden, Genel Kurul idare eden Yargıtay Başkanı’na kadar; adli kolluğun, savcının, yargıcın, adli tıp uzmanının, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun ve hatta Adalet Bakanı’nın, tek bir imam tarafından, irice bir terliksi hayvan gibi tek hücrede çekilip çevrildiği model, ideal forma en yakın olandır. Zabit katipliği sınavından yargıç sınavı mülakatına; komiser yardımcısı atama test sorularından Adli Tıp Kurumu ve TÜBİTAK kariyerine uzanan iştahı sayesinde tek bir boşluk bırakmamaya çalışarak anlam bütünlüğü elde edebilmiş ve bu sayede yürütmeden bağımsızlık kazanan ilk ve tek yargısal erki yaratabilmiştir. Başarısı ve trajedisi aynı temeldedir.” https://kizilbayrak45.net/ana-sayfa/haber/basin/yargi-reformu-selcuk-kozagacli

[5]Tekrar Devrimci Avukat Selçuk Kozağaçlı’nın bir mahkeme savunmasını dinlemek gerektiğini düşünüyorum; https://www.dailymotion.com/video/x1nb3g9özellikle suça kim karar verir diye tartıştığı kısım için.

[6]İstanbul Sözleşmesi’nin arkasındaki kadın iradesi ve Somalı Madencilerin yasa yaptıran direnişini örnek göstermek mümkün. 

[7]Pek tabii bazı noktalarda AİHM ve AİHS kararları da kısıtlamaktadır fakat bunun uluslararası konjonktürle bağını görmek gerekir. Zira aynı AİHM Başkanı Türkiye’yi ziyaret edip her şeyin normal olduğu yönünde davranabilmektedir. 

[8] “(…) Hamasetten arındırıldığında işimize yarayabilecek bu çelişkinin sade bir anlatımı Kelsen’in “Devletin hukukla sınırlanması” bahsinde ortaya konur. Burada bize zarif bir açıklıkla hatırlatıldığı üzere; kabul edilebilir tek istikrarlı ve meşru kaynağı bizzat modern devlet olan hukuk, devleti sınırlamaz, sınırlayamaz. Daha da iyisi, tariflerinde kullandığınız üç beş işlevsel nüans gözardı edildiğinde hemen farkına varılabileceği gibi; devlet ve hukuk aynı şeydir.

Kelsen söylemez ama biz söyleyelim; birlikte doğmuşlar ve zamanı geldiğinde birlikte sönümlenerek insan toplumlarının yaşamından çıkacaklardır.

“Hukuk devleti”, ister bir eş anlam pekiştirmesi isterse bir oksimoron olarak kurgulanmış olsun, bir ideal değildir.” https://kizilbayrak45.net/ana-sayfa/haber/basin/yeni-adli-yil-ve-hukuk-devleti-selcuk-kozagaclibu kış tekrar tartışmak gereken noktaları da var hala. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Erkek nedir? - Atakan Mahir

Rojava'da Devrim ve Demokratik Komünal Ekonomi - Ferîk Özgür

Devrim ve Kooperatifler: Rojava Ekonomi Komitesi'yle geçirdiğim zaman üzerine düşünceler (I) - Rojava Enternasyonalist Komünü