Devlet-PKK çatışmasında Türk paramiliterleri - Ayhan Işık

  Ayhan Işık [i] Özet Bu makale, Türk devletinin paramiliter örgütlerinin zaman içindeki dönüşümüne ve bu örgütlerin muhaliflere, özellikle Kürtlere, karşı “kullanışlı” bir araç olarak nasıl kullanıldığına odaklanmaktadır. Paramiliter gruplar, yaklaşık kırk yıldır devam eden Türk devleti ve PKK arasındaki çatışmaların ana aktörlerinden biridir. Bu gruplar, 1980’den beri, özellikle savaşın yoğun olduğu zamanlarda bazen yardımcı kuvvet olarak, bazen de ölüm timlerine dönüşerek, PKK’yi desteklediği düşünülen Kürt sivillere karşı faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve yargısız infazlarda resmi ordu güçlerinin yanında  kullanılmışlardır. Yazıda, Türk devlet elitlerinin bu aparatı yalnızca iç siyasette değil, Orta Doğu’da ve Kafkasya’daki çatışmalarda kullandığını hatta devletin bu paramiliter geleneğini Batı Avrupa’ya kadar genişlettiğini tartışacağım. Paramiliter Örgütlerin Oluşumu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana yüz yıldan fazla bir zamandır, farklı Kürt siyas...

Kapitalizme karşı doğrudan demokrasi - Yavor Tarinski



Demokrasiyi kısıtlamanın en etkili yolu, karar verme mekanizmasını kamusal alandan hesap vermeyen kurumlara yönlendirmektir: krallar ve prensler, rahip kastları, askeri cuntalar, parti diktatörlükleri ya da modern şirketler.” Noam Chomsky
[1]

Bugünlerde demokrasi ve kapitalizm sıklıkla neredeyse eşanlamlıymış gibi kullanılıyor. Bu birbirinin yerine geçme hali yalnızca siyasi lügate değil aynı zamanda sosyal imgesellere de nüfuz etmiş durumda. Mevcut sistem tarafından baskı gören veya sömürülen çoğunluk bu iki kavramı suçlama eğilimi gösteriyor.

Solun önemli bir kısmı da demokrasiyi hatalı olarak hakların ve özgürlüklerin güvencesine adanmış bir süreç gibi basit bir şekilde yorumladığı için bu terminolojik eşitlemeye ortak oluyor. Filozof Cornelius Castoriadis ise buna inananların hala yanıldığını çünkü hak ve özgürlüklerin ortaya çıkmasının kapitalizmin çıkarlarına aykırı olduğunu öne sürüyor [2]. Ona göre, başlangıçta bu haklar ve özgürlükler, imtiyazsızların ve yanı sıra ortaya çıkan yeni özgür şehirlerin sakinlerinin mücadelelerinde dile getiriliyordu. Dahası,  Castoriadis bu hak ve özgürlüklerin kapitalizmin "ruhuna", Taylorist "en iyi yol" veya Max Weber'in "demir kafesi” gibi sonraki taleplere nazaran uygun olmadığını not ediyor. Ekonomik piyasada rekabetin gerekli ve siyasi karşılığının olabileceği fikirleri eşit derecede yanlıştır. Castoriadis, kapitalizmin içsel eğilimini düşündüğümüzde, kapitalizmin kapitalistler arasında tekel, oligopol veya ittifaklar ile sonuçlandığını gördüğümüzü de ekliyor.

Gerçek şu ki, demokrasinin, asıl doğrudan haliyle, kapitalizmin hiçbir ilgisi yoktur ve aslında onunla çelişmektedir. ABD'nin kurucu babalarından biri olan James Madison, demokrasilerin kişisel güvenlik veya mülkiyet hakkı ile uyumsuz olduklarını söylerken bunun farkında gibi görünmektedir[3].

Eşitsizliğin bir itici gücü olarak kapitalizm
Demokrasi, radikal politik bir eşitlik sistemidir. Hannah Arendt demokrasiyi, tüm gönüllü vatandaşların hükümete doğrudan katılmasına izin verirken sivil ve siyasi hakları garanti eden siyasal bir sistem olarak tanımlamaktadır[4]. Siyaseti sosyal yaşamın her alanından sorumlu tutar. Açıktır ki bugün sahip olduğumuz sistem bu değildir.

Öte yandan kapitalizm, sosyal eşitsizliklere yol açan sosyal antagonizmaları besler ve kapitalizmin savunucuları onu genellikle eşitsizliği insan doğasının doğal bir yönü olduğundan hareketle açıkça savunur[5]. Bunu yaparken, ekonomiyi insan etkileşiminin ayrı ve yüce bir alanı olarak yerleştirirler.
Kapitalist bir ortamda, insanlar kaynaklar, uzay ve zaman rekabeti nedeniyle birbirleriyle boy ölçüşürler. Bunlar sadece birbirleriyle rekabet eden ekonomik sınıflar değil, aynı zamanda benzer sosyal çevreden insanlardır. Antagonizmanın olduğu yerde de her zaman kazananlar ve kaybedenler vardır. Steven W. Thrasher, “gelir eşitsizliği” olarak adlandırdığımız servetteki eşitsizliklerin tesadüf olmadığını, proje gereği gerçekleştiği ve sistemin yapısal olarak en alttakileri dezavantajlı hale getirdiği sonucuna varmaktadır. [6] Ayrıca, araştırmacılar D. B. Krupp ve Thomas R. Cook, bir çalışmada sosyal eşitsizliklerin serbest piyasa ekonomisinin temel taşı olan yerel rekabet[7] tarafından güçlendirildiğini öne sürmektedir.

Antropolog Jason Hickel, ekonomik eşitsizliklerin güç farklılıklarını nasıl yarattığını ve güçlendirdiğini şu şekilde örneklemektedir: "Zenginlere giden her ek dolar, güçlerine daha fazla katkıda bulunur ve ne kadar zengin olurlarsa, o kadar fazla güç elde ederler. Niçin? Çünkü yeni para herhangi bir ihtiyaç eşiğinden ne kadar uzak olursa, güç için o kadar fazla harcanabilir. Gelir ve güç arasındaki ilişki aslında ters logaritmik bir ilişkidir. Ayrıca, zenginin güce harcadığı fazla paranın fiyatları daha fazla arttıracağını ve gücü yoksulların ulaşabileceği yerden daha uzağa iteceğini hesaba katmalıyız"[8].

Dahası, kapitalizm genellikle bürokratik olmayan bir sistem olarak sunulmasına rağmen, gerçekte, kesinlikle hiyerarşik olarak yukarıdan aşağı şekilde bir işlev görür. İranlı sosyolog Jacob Rigi şöyle açıklıyor: "Emek hala kapalı alanlarda bölümlere ayrılmıştır ve sermaye temsilcileri tarafından despotik olarak yönetilmektedir. Seçilmiş küçük bir işçi grubu kısmi özerklikten yararlanabilirken, toplam işgücü süreçleri, ayrılmış çalışanların çalışmalarını toplam bir işbirliğine dayalı çalışma sürecine entegre eden yöneticiler tarafından merkezileştirilir. [ ... ] Bireysel üreticiler görevlerini veya çalışmalarının hızını, zamanını ve yerini seçmezler. Başka bir deyişle, iş süreci hem mekânsal hem de zamansal olarak mikro bölgeselleştirilmiştir"[9].

Aslında, bürokrasi kapitalizmin yükselişi ile güçlendirilmiştir. Sonrasında kapitalizm bürokratik yapılara gerçekten çok bağımlı olmuş ve böylelikle bu yapıları beslemiştir. Örneğin antropolog David Graeber, Kuralların Ütopyası’nda yaptığı araştırmada piyasa reformlarının, Reagan yönetiminde olduğu gibi, her zaman toplam bürokratların sayısını artırdığını keşfetmiştir[10]. Sosyal ekolojist Murray Bookchin, 200 yıl önce Amerika Birleşik Devletleri'nde sınırlı hükümet kavramıyla başladığımızı -hükümet müdahalesinin neredeyse hiç olmaması- ve şimdi büyük bir yarı totaliter hükümete sahip olduğumuzu iddia ederek bu eğilimin bir başka tarihi örneğine işaret etmiştir.

Yukarıda belirtildiği gibi, doğrudan demokrasi (demokrasinin tek gerçek biçimi olarak), kapitalizmden tamamen farklı bir mantık izler. Bu, karar verme gücünü toplumun tüm üyeleri arasında eşit olarak yeniden dağıtmayı amaçlayan politik bir projedir. Bunu yaparken, vatandaşlar kamu taban örgütlenmesi kurumları aracılığıyla tüm sosyal alanların yönetimini doğrudan üstlendikleri için, diğer tüm eşitsizlik biçimlerine doğrudan saldırır. Rekabet yerine, işbirliğini ve eşit katılımı ifade eder.

Noam Chomsky bu çarpıcı farkın altını çiziyor: "demokrasi [ ... ], toplumdaki merkezi kurumların halk kontrolü altında olması gerektiği anlamına gelir. Şimdi, kapitalizm altında tanım gereği demokrasiye sahip olamayız. Kapitalizm, toplumun merkezi kurumlarının prensipte otokratik kontrol altında olduğu bir sistemdir. Bu nedenle, bir şirket ya da endüstri, eğer politik olarak düşünürsek, faşisttir; yani, en üstte sıkı bir kontrole sahiptir ve her seviyede sıkı bir itaat kurulmalıdır, küçük bir pazarlık ve küçük bir karşılıklı özveri vardır, ancak otorite çizgisi tamamen açıktır. Siyasi faşizme karşı olduğum gibi, ekonomik faşizme de karşıyım. Toplumun büyük kurumları, katılımcıların ve toplulukların genel kontrolü altında olana kadar demokrasi hakkında konuşmanın anlamsız olduğunu düşünüyorum"[12].

Doğrudan demokrasi, tüm iktidarı tüm insanların eline eşit olarak yerleştirerek, sosyal yaşamın farklı alanlarının ayrılmasını ortadan kaldırır. Yargı, yasama, ekonomik, kültürel ve diğer konular, yetki verilmiş vatandaşlar tarafından kamusal alanda tartışılmakta ve kararlaştırılmaktadır. Bunlar tüm sosyal faaliyetlerinin kurallarına, normlarına ve sınırlarına toplu olarak karar veren insanlardır ve çoğunluk gerekli gördüğü zaman değiştirilebilirler.

Bu düşünce doğrultusunda Bookchin, demokrasinin ekonomiyi siyasallaştırdığını ve onu sivil alana dağıttığını öne sürer[13]. Demokratik projede, Bookchin'e göre "mülkiyet", özgürlükçü kurumsal çerçevenin maddi bir bileşeni olarak komünle, daha doğrusu daha büyük bir bütünün parçası olan ve mesleki olarak konumlandırılmış çıkar gruplarından ziyade vatandaşça kontrol edilen meclisle bütünleştirilir[14].

Her ikisi de ekonominin siyasetten ayrılmasını ima eden ”kamulaştırma” ve ”özelleştirme” gibi iktisadi kavramların aksine, doğrudan demokrasi, ekonomik faaliyetlerin (diğer tüm sosyal alanlarla birlikte) öz yönetimin siyasi kurumlarına boyun eğdirilmesini geliştirir. Bookchin'e göre, ekonomi ”iş”, “pazar”, kapitalist, “işçi kontrollü” işletmeler gibi şeylerle kelimenin tam anlamıyla bir ekonomi olmaktan çıkarılır buna karşılık yüz yüze meclislerdeki vatandaşlar, ekonomiyi kamusal alanın bir yönü olarak özümser[15]. Bunu takip ederek, doğrudan demokrasi projesinde ekonominin "belediyeciliğinden" bahsetmek daha uygun olacaktır.

Sonuç
Demokrasinin, gerçek anlamıyla, diğer sosyal sistemlerde kullanılabilecek basit bir yöntemden çok daha fazlası olduğunu anlamalıyız. Arada bir referandum yapmak, iktidarın ulus devletler ve/veya kapitalist piyasalar aracılığıyla toplumdan ayrılmasını korurken, bir rejimi daha demokratik hale getirmez. Daha insancıl bir yüz verebilir, ancak yine de bir oligarşi (küçük bir azınlık tarafından yönetilen toplum) olarak kalır.

Merkezi ve bürokratik varlıklar olduğu sürece, ideolojik örtülerinden bağımsız olarak, demokrasiden konuşamayız. Sadece insanlar — demos olarak — kendilerini güçlendirdiklerinde ve kolektif birlikte varlıklarını kendi kendine kurmaya başladıklarında, demokratik bir toplumun tohumlarını görmeye başlayabiliriz.

Castoriadis'in önerdiği gibi; "görev içindeki rotasyon, demarşi, siyasetin bütününce, seçimler ve halk mahkemeleri tarafından müzakere edildikten sonra karar verme, yalnızca herkesin kamusal sorumlulukları üstlenmek için eşit kapasiteye sahip olduğu varsayımına dayanmaz: bu yöntemlerin kendileri karşılıklı yetenekleri kullanmayı - ve dolayısıyla hepsini geliştirmeyi - ve böylece siyasi eşitlik postulatını o toplumun etkili gerçekliğine mümkün olduğunca yakın hale getirmeyi amaçlayan siyasi bir eğitim sürecinin parçalarıdır, aktif bir paideia’dır"[16].

Demokrasiyi bütünsel bir proje olarak kabul ettiğimiz takdirde, bunun kapitalist ilişkiler ve devlet yönetimi ile yalnızca uyumsuz olmadığını, aynı zamanda bunların tamamen ortadan kaldırılmaları gerektirdiğini anlayabiliriz. Prof. Dr. Wolgang Merkel'in sonucuna göre; "kapitalizm ve demokrasi farklı mantıkları izler: bir yandan eşitsiz dağıtılmış mülkiyet hakları, diğer tarafta eşit sivil ve siyasi haklar;  kapitalizm içindeki kâr odaklı ticarete karşıt demokrasi içindeki ortak iyi arayışı; demokratik siyaset içindeki tartışma, uzlaşma ve çoğunluk kararına karşı yöneticiler ve sermaye sahipleri tarafından yapılan hiyerarşik karar verme" [17].

21.yüzyılın demokrasi ya da barbarlık seçimini yapmak kolektif olarak hepimize kalmıştır.
 
Kaynakça

[1] Z Magazine (May 1998).

[2] Cornelius Castoriadis: TheRisingTide of Insignificancy: TheBigSleep (unauthorizedtranslation, 2003): pp350–351.

[3] James Madison, AlexanderHamilton, and John Jay: The Federalist Papers: TheClassicOriginalEdition (New York: SoHoBooks, 2011): p. 26.

[4] https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1558/crit.v12i3.396?journalCode=ycrh20

[5] https://www.gisreportsonline.com/is-economic-inequality-a-bad-thing,politics,2459.html

[6] https://www.theguardian.com/commentisfree/2015/dec/05/income-inequality-policy-capitalism

[7] D. B. Krupp& Thomas R. Cook: “LocalCompetitionAmplifiestheCorrosiveEffects of Inequality” in SAGEJournalsVolume: 29 issue: 5 (2018): pp824–833. (https://journals.sagepub.com/stoken/default+domain/10.1177/0956797617748419-free/full)

[8] https://www.resilience.org/stories/2019-07-05/inequality-metrics-and-the-question-of-power/

[9] http://peerproduction.net/issues/issue-1/invited-comments/a-new-communist-horizon/

[10] https://www.salon.com/test3/2015/03/05/i_found_myself_turning_into_an_idiot_david_graeber_explains_the_life_sapping_reality_of_bureaucratic_life/?fbclid=IwAR0SXKDal3xd4z2aqgYMV1FjxBzG8MyDpBXNy-iChZZz43b0b8Sx1DBh2EM

[11] http://reason.com/archives/1979/10/01/interview-with-murray-bookchin/

[12] NoamChomsky: LanguageandPolitics (California: AK Press, 2004): p138.

[13] https://libcom.org/library/municipalization-murray-bookchin

[14] https://libcom.org/library/municipalization-murray-bookchin

[15] https://libcom.org/library/municipalization-murray-bookchin

[16] Cornelius Castoriadis: TheRisingTide of Insignificancy: TheBigSleep (unauthorizedtranslation, 2003): p349.

[17] Wolfgang MerkelandSaschaKneip (eds.):Democracy and Crisis: Challenges in Turbulent Times (Berlin: SpringerInternationalPublishing, 2018): p253.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Erkek nedir? - Atakan Mahir

Rojava'da Devrim ve Demokratik Komünal Ekonomi - Ferîk Özgür

Devrim ve Kooperatifler: Rojava Ekonomi Komitesi'yle geçirdiğim zaman üzerine düşünceler (I) - Rojava Enternasyonalist Komünü