Devlet-PKK çatışmasında Türk paramiliterleri - Ayhan Işık

  Ayhan Işık [i] Özet Bu makale, Türk devletinin paramiliter örgütlerinin zaman içindeki dönüşümüne ve bu örgütlerin muhaliflere, özellikle Kürtlere, karşı “kullanışlı” bir araç olarak nasıl kullanıldığına odaklanmaktadır. Paramiliter gruplar, yaklaşık kırk yıldır devam eden Türk devleti ve PKK arasındaki çatışmaların ana aktörlerinden biridir. Bu gruplar, 1980’den beri, özellikle savaşın yoğun olduğu zamanlarda bazen yardımcı kuvvet olarak, bazen de ölüm timlerine dönüşerek, PKK’yi desteklediği düşünülen Kürt sivillere karşı faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve yargısız infazlarda resmi ordu güçlerinin yanında  kullanılmışlardır. Yazıda, Türk devlet elitlerinin bu aparatı yalnızca iç siyasette değil, Orta Doğu’da ve Kafkasya’daki çatışmalarda kullandığını hatta devletin bu paramiliter geleneğini Batı Avrupa’ya kadar genişlettiğini tartışacağım. Paramiliter Örgütlerin Oluşumu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana yüz yıldan fazla bir zamandır, farklı Kürt siyasal hareke

Bugünlerde Fanon'u okumak - Karthik Ram Manoharan

 


Essex Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Karthik Ram Manoharan, bu makalede Frantz Fanon'un çalışmalarının evrenselci bir okumasını yapıyor. Ona göre, Fanon'un çalışmasından alınacak en önemli ders şudur: “Daha iyi bir toplum için verilen her mücadele, baskıya karşı bir mücadeledir, ancak baskıya karşı her mücadele, ille de daha iyi bir toplum için verilen bir mücadele değildir.”

 

Neden Fanon?

Felsefeci Achille Mbembe, 2010 yılında Colgate Üniversitesi'nde verdiği bir derste, “Fanon'u okumak hiç bu kadar zor olmamıştı.” demişti. Jean-Paul Sartre'dan etkilenen, derin bir hümanist ve varoluşçu olan Frantz Fanon (1925-1961), Fransız sömürgeciliğine karşı Cezayir direnişine katılmadan önce sömürge Cezayir'de bir psikiyatrist olarak çalışmıştı. Yeryüzünün Lanetlileri adlı eseriyle tanınan Fanon, çoğu radikal kimlik hareketi tarafından kült olarak öngörülen  sömürgecilik ve ırkçılık eleştirisine dair birçok eser ortaya koymuştur. Fanon’u okumak popülaritesini hiçbir zaman kaybetmediyse ve bizler Fanoncu düşüncenin radikalliğini geri kazanmak istiyorsak, Fanon'un popüler okumaları sorgulamamız gerekmektedir.

 

Fanon şiddeti araçsal bir şekilde görür, yaklaşımı buyurucu olmaktan çok betimleyicidir. Liberal muhalifleri ve en ateşli hayranları dahi-siyah ve beyaz- ne yazık ki bu nüansı gözden kaçırıyorlar.”

 

Yeryüzünün Lanetlilerini ilk okuyuşum benim için entelektüel dinamitle eşdeğerdi: “Dolayısıyla şiddet, büyük yoğunlaşma olarak anlaşılmaktadır. Sömürgeleştirilmiş kişi şiddet yoluyla ve şiddetin içinde kendini özgürleştirir.” O zamanlar bu büyük eseri okumak, şiddet üzerine nispeten basit olan (en azından görünüşe göre) ilk bölümü, oldukça karmaşık meseleleri ele alan diğer bölümlere kıyasla daha fazla şey anlatıyordu. Benim Fanon'um, zalimin şiddetine karşı çıkan ve ezilenlerin şiddetini meşrulaştıran bir Maniheistti. Genç Üçüncü Dünya hayranlarının çoğu gibi, onu bir şiddet peygamberi olarak okudum. Şiddet özgürleştiriciydi, şiddet katartikti, şiddet varoluştu. Onun amansız mücadele çağrıları, umutsuzca adaletsiz bir dünyada mevcut tek seçenek gibi görünüyordu. Yine de kendimi Fanon’a dair önemli bir şeyi kaçırmışım  gibi hissetmiştim.

 

Fanon’un Bağlamlaştırılması

Fanon'u bağlamsallaştırmak önemlidir. Fanon, siyasi hayatı boyunca marjinal biriydi: Fransa'da Siyah Martinik, Cezayir'de Fransız vatandaşı ve Müslüman Araplar arasında Hristiyan kökenliydi. Cezayir'in sömürgecilik karşıtı mücadelesine tam bağlılığına rağmen, yoldaşlarının gözünde bile hiçbir zaman tamamen Cezayirli olmadı. Sömürge öncesi Cezayir'in tarihi hakkındaki bilgisi müphemdi. Fanon'un metinleri, onun Cezayir'de sosyo-politik bir faktör olarak hakim olan İslam’a dair bilgilerinin yüzeysel olduğunu açıkça göstermektedir. Araplar arasındaki siyah karşıtı ırkçılık, Arapların kölelikteki rolü ve İslami ataerkillik Fanon’un ele aldığı konulardı. Batı emperyalizminin bu büyük eleştirmeni, lösemi tedavisi görmek için geldiği bir Amerikan hastanesinde CIA'nın gözleri önünde son nefesini verdi ve Fanon 1961'in sonunda hayata gözlerini yumdu. Bir sonraki yıl ise Cezayir resmi bağımsızlığını kazandı.

Bağımsız Cezayir, hükümet ile İslamcılar arasındaki iç savaş nedeniyle parçalandı ve Fransız sömürgeciliğinden daha fazla insanın ölümüne sebebiyet verdi. Fanon'un böyle vahşete tanık olmadığı için şanslı olduğunu söyleyebilirsiniz: sömürgecilik karşıtı projenin vahşi ve alaycı bir güç mücadelesine dönüşmesinden etkilenen karısı Josie Fanon ise intihar etti. Fanon, halen Fransa ve Cezayir'in entelektüel hayal gücünde marjinal bir figür olmaya devam etmektedir. Bununla birlikte, Fanon 1980'lerden itibaren Anglo-Sakson dünyasında, esas olarak “siyah” bir düşünür, siyah bir kimlik, bir postkolonyalist  -ya da sömürgecilik karşıtı şiddetin bir savunucusu ile analisti arasında kalan biri- olarak okunduğu post-kolonyalizm ve ırkçılık üzerine araştırma bölümlerinde - akademik bir rönesans yaşadı. Yine de Fanon'la ilgili en önemli ve belki de en kafa karıştırıcı, onun eleştirmenlerinin ve hayranlarının gözden kaçırdığı devrimci evrenselciliğidir.

Fanon'un adı şiddetle ilişkilendirilirken, şiddetin özgürleştirici olasılıklarını değerlendirmesinin tüm çalışmalarında yalnızca bir bölümü işgal ettiği unutulmamalıdır. Buna karşılık, Yeryüzünün Lanetlilerin son bölümü, ayrım gözetmeyen misillemenin ve buna katılanlar üzerindeki zararlı psikolojik etkilerini açıkça ele almıştır. Fanon şiddeti araçsal bir şekilde görür, yaklaşımı buyurucu olmaktan çok betimleyicidir. Liberal eleştirmenleri ve siyah-beyaz en ateşli hayranları maalesef bu nüansı es geçmektedir.Şiddet üzerine daha kapsamlı eserler üreten Sartre ve Walter Benjamin gibi filozofların isimlerinin Fanon'unki kadar kendiliğinden şiddetle ilişkilendirilmemesi, Fanon konusunda ayrımcı önyargılar teşkil etmiyor mu?

İsveçli yönetmen Goran Olsson'un yakın tarihli bir belgeseli, şiddetle ilgili “öfkeli siyah adam" klişesini istemeden de olsa pekiştiriyor. Olsson'un belgeseli, Avrupa sömürgeciliğini kınamak için Yeryüzünün Lanetlileri’nden seçilmiş pasajlar içeriyor. Orada gördüğümüz Fanon, Avrupa'nın simgelediği her şeyi reddeden bir Avrupa karşıtı Fanon’dur.

Yeryüzünün Lanetlileri’nin sonunda Fanon (belgesel tarafından dikkatle atlanan bir pasaj) şöyle yazıyor: Ancak Avrupalıların eylemleri gereken misyonunu yerine getirmedi. Bu sözler Avrupa'dan nefret eden birinin değil, Avrupa'yı kendi eşitlikçi değerlerine saygı göstermemekle suçlayan bir insanın sözleridir. Bu Fanon ne sağ ne de sol tarafından tanınmamaktadır ve her şeye ragmen bu Fanonu  yeniden ortaya çıkarmak önemlidir. Fanon,Avrupa ile ilgili her şeyden nefret etmesi gereken bu “şiddet peygamberinden” tiksinirdi. Şüphesiz bu tüm büyük düşünürlere mahsus bir kaderdir. Nietzsche, bir şehidin havarilerinin şehitten daha fazla acı çektiğini yazmamış mıydı? Fanon ayrıyeten şehidin ilkeleri açısından  acıyı en dorukta yaşamanın havarilerin elinde olduğunu eklemeliydi.

 

Fanon ve Kimlik Şiddeti

Fanon'un kimlik şiddeti konusundaki nüanslı duruşu, özellikle Ferguson, Baltimore ve Amerika'nın başka yerlerinde polis tarafından öldürülen siyahlar için yapılan şiddetli protestoların ardından incelemeye değerdir. [Bu makale 2018'de yazılmıştır. LVSL'nin Myriam Nicolas tarafından yazılan ve William Bouchardon tarafından çevrilen bu makalede ele aldığı George Floyd'un ölümü bağlamında meydana gelen protestolara atıfta bulunulmamaktadır: “ABD:  isyanlar ırkçılık karşıtı mücadeleyi körüklüyor mu?”]

Yerleşik düzen onları kınasa bile, yerleşik düzen karşıtlığı (l’anti-establishment) şiddeti devrimci bir ayaklanmanın başlangıcı olarak selamlamıştır. Beyaz ve ırkçı güç merkezlerine karşı savaşmak için sistematik şiddet çağrısı aslında yeni bir şey değildi. Geçmişte, Eldridge Cleaver gibi siyah aktivistler, beyaz kadınların tecavüzünü beyaz ırkçılığa direnmek için “isyankar bir eylem” olarak görmüştü (daha sonra bu fikirlerden pişmanlık duymuş olsa da). Çember sonunda, Cleaver’ın  Cumhuriyetçi Parti'ye katılmasıyla ve Muhafazakar bir Hıristiyan olmasıyla başladığı yere geri dönüyor. Peki, bu yörünge bize ne söylüyor?

Aslında Amerikan sistemi, kendi azınlıklarından gelen bu tür aşırı şiddete karşı kendini fazlasıyla savunabilmektedir. Fanon, bu azınlığa ve tikelci kimlik siyasetine değer vermeyi tercih ediyor, çünkü dünya kapitalizminin postmodern mantığı çoklu azınlık kimliklerinin çoğalmasına ihtiyaç duyuyor. Tikelci kimlik siyasetinin yalnızca beyaz karşıtı kızgınlıkla körüklenen bu güçsüz şiddeti, daha fazla sınır yaratır ve hiçbir şekilde onların yıkımına yönelmemize izin vermez -ki bu, bugün gerçekten radikal bir ufuk oluşturacaktır.

 

“Fanon'un (Lacancı) perspektifi içerisinde, ‘beyazlığı’ taklit eden siyah birey patolojik bir vaka olduğu gibi, hakiki ‘siyahiliği’ arayan siyah birey de aynı ölçüde patolojik bir vakadır.”

 

Böylelikle, “vahşi siyahlar” fobisine kapılmış beyaz ırkçılar ve yanlış yerleştirilmiş suçluluk hissinin üstesinden gelmek için, “her ne şekilde olursa olsun siyah direnişi (résistance noire par tous les moyens nécessaires)” kutsayan çok kültürlü sol, esasen aynı mantık sistemin ürünleridir.

Kabul edelim: Amerika Birleşik Devletleri, insanlık tarihindeki en güçlü cephaneliğe sahip, dünyanın en büyük askeri gücüdür; dünyanın dört bir yanındaki hükümetleri istediği zaman alaşağı eder, karşı-isyanları sadece stratejik bir uygulama değil, aynı zamanda bir düşünce biçimi haline getirdi; Amerikan bilimsel ilerlemeleri sadece bu gezegendeki her insanı değil, tüm evreni de etkilemektedir. Ülke nüfusunun en ırksallaştırılmış ve en yoksul kesiminin maruz kaldığı böyle bir güce karşı uyguladığı şiddeti kınayan ve Wall Street ofisinde gamsızca oturan gazeteciler nasıl ki yanılgılar içerisindeyse, ülkedeki nüfusun en ırksallaştırılmış ve en yoksul kesiminin bu tür bir güce karşı uyguladığı şiddeti destekleyen ve saygın bir üniversitede kalıcı bir konuma sahip olan liberal solcu bilim insanı da inkar edilmez bir aptaldır.

Amerika Birleşik Devletleri değişime uğrayacaksa, bu ancak nüfusun tüm kesimlerinden popüler demokratik güçler tarafından başlatılan radikal reform yoluyla mümkündür. Amerika Birleşik Devletleri'nin gücü düşünüldüğünde, kimlik gruplarının devlete karşı yürüttüğü münferit şiddet eylemleri intihar değilse de gereksizdir. Bu bağlamda Fanon'u Malcolm X'ten çok Martin Luther King ile okumak daha uygun olacaktır. Fanon ve King, kimlik temelli ayrılıkçılık fikrini reddettiler ve bir bütün olarak toplumda yapısal değişim mücadelesine dönüşecek kimlik temelli bir mücadeleyi tercih ettiler. Bu, elbette, liberal pasifizm için bir savunma değildir; ne Fanon ne de Martin Luther King bunu savunmuştur. Aksine, önceki yüzyılda bazı sonuçlar elde etmiş olabilecek protesto biçimlerinin bu yüzyılda hiçbirinin olmayacağını anlamamız gerekiyor. “Fanonizm”, diğer şeylerin yanı sıra, tarihin diyalektiğini anlamanın bir yöntemidir.

Pragmatik bir bakış açısına göre, Amerika'daki siyah hakları mücadelesi diğer mücadelelerden ayrı olarak sürdürülemez. Ve bu perspektiften Fanon'un evrenselciliği ve kendi kimliğinin ötesine geçme çağrısı en ilginç olanıdır. Fanon, katı kimliklerin atfedilmesine ve evrenselciliğe erişmenin imkansızlığına meydan okuyan Siyah Deri Beyaz Maske’de, “siyah” bireyi övenlerin de ondan nefret edenler kadar hasta olduğunu iddia eder. Fanon'un (Lacancı) algısına göre, sadece “beyazlığı” taklit eden siyah birey değil, aynı zamanda hakiki siyahlığı arayan siyah bireyde patolojik bir vakadır. Determinizme karşı çıkarak şunları da iddia ediyor: “Kendimi herhangi bir geçmişin adamı yapmayacağım. Bugünüm veya geleceğim pahasına geçmişi övmek istemiyorum. Ne yazık ki liberal sol, çok sorunlu bir tikelci, narsistik ve kendi kendini yenilgiye uğratan kimlik politikaları için evrenselciliği terk etmiş görünüyor.”


Evrensellik ve Dayanışma

Fanon'un, zamanında popüler olan siyahi kimlik siyasetinden şüphe duymasının nedeni, yalnızca sayısız geçmişi yüceltme arzusunda değildi; Fanon ayrıca, basit “siyah-beyaz” ikili modelin gösterdiğinden daha fazlasını gizlediğine ve sömürgeleştirilmiş insanlardan yayılan diğer, daha eleştirel ve radikal sesleri susturduğuna inanıyordu. Şimdi İslam'da gördüğümüz bu değil mi? Batılı çokkültürlü liberal sol tarafından aktif veya pasif olarak teşvik edilen hem aşırılık yanlısı Müslümanlar hem de ılımlılar tarafından, bu sözde kendi toplulukları içinde radikal siyasi mücadele ve sosyal reform için çalışan “Müslüman dünyası” pahasına İslam üzerine bir tekelleşme gözlemlemek mümkündür. Ortadoğu'nun en önemli ilerici mücadelesi olan Kürtlerin mücadelesiyle ilgili geleneksel sol içinde hakim olan bu sessizliği nasıl açıklayabiliriz? Gerçek şu ki, hem köktendinci (fondamentaliste) hem de “ılımlı” İslam’ı benimseyen Müslüman seslere tanınan çokkültürlülük, ilkel geleneğe dayalı kimlik siyasetini reddeden ve radikal özgürleşme siyasi projelerinde alternatifler arayanların sesini duyurmaya yardımcı olmama


ktadır.

Bir Tamil olarak, Batı'nın değerlerini eleştirmeme rağmen, Tamil siyasetinin, arkasındaki ideolojinin ve onun tasavvur ettiği kimliğin dürüst ve uzlaşmaz bir eleştirisini coşkuyla ve memnuniyetle karşılarım. Kültürel sıradanlıklara ve küçümseyici indirgenmiş hoşgörüye değil, birbirlerine karşı bu tür karşılıklı eleştirel siyasi bağlılık, dünyanın dört bir yanındaki ilericilerin, Batı'da ırkçı fanatiklerin taşıdığı “diğerleri”nin ilerleme kaydetmekten aciz olduğu anlatısının  altını oyarken, mücadele için evrensel bir forum yaratabilmesini sağlayabilir. Batı liberal solu bu şekilde hareket etmeye hazırsa, yapılacak en makul şey “Müslüman dünyası”, “Hindu dünyası” ve bu şekilde belirlenen diğer kültürel-dinsel dünyaların fanatiklerini yatıştırmaktan kaçınmak ve özgürleştirici değerlere içtenlikle inanan seslere duyulma fırsatı vermek olacaktır.

Bu, Fanon'dan alınacak çok önemli derslerden biridir: Daha iyi bir toplum için verilen tüm mücadeleler, baskıya karşı verilen mücadelelerdir, ancak baskıya karşı verilen tüm mücadeleler, daha iyi bir toplum için verilen mücadeleler değildir. Ve bu, liberal solun asla öğrenmediği bir ders. “Beyaz ataerkil kapitalist emperyalizmle” savaşmak için aşırı hevesli girişimlerinde sol, ya da en azından saflarındaki en gürültücü sesler, Üçüncü Dünya köktenciliğinin korkunç biçimlerini savundu. Batı ile savaştıklarına dair yanılsamalarıyla çevrili olarak Üçüncü Dünya köktenciliği, dünyanın geri kalanının ürettiği en kötüye meşruiyet veriyor.

Hem sağda hem de solda “ırk”, etnisite ve din özelliklerine olan saplantının fetişist boyutlara ulaştığı bu zamanda, Fanon'un evrenselliği ve sınırların katı kimliklerine meydan okuma daveti daha anlamlı olamazdı. Siyah Deri Beyaz Maske’nin sonuç bölümünde yazdığı gibi:

“İnsanların, bir insan dünyasının varoluşu için ideal koşulları yaratabilmeleri, özgürlüklerinin kalıcı gerilimi ve ‘benliğini (soi)’ geri alma ve onu dikkatlice inceleme çabası sayesinde olur.”


Kaynak: Bu metin, “Relire Fanon Aujourd’hui” başlıklı yazıdan BEP Çeviri Ekibi tarafından çevirilip, redakte edilmiştir.


Editör notu: Bu metin BEP yayın politikasını tam olarak yansıtmamaktadır. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Erkek nedir? - Atakan Mahir

Rojava'da Devrim ve Demokratik Komünal Ekonomi - Ferîk Özgür

Devrim ve Kooperatifler: Rojava Ekonomi Komitesi'yle geçirdiğim zaman üzerine düşünceler (I) - Rojava Enternasyonalist Komünü