Bugünlerde Fanon'u okumak - Karthik Ram Manoharan
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Essex
Üniversitesi'nde siyaset bilimi profesörü olan Karthik Ram Manoharan, bu
makalede Frantz Fanon'un çalışmalarının evrenselci bir okumasını yapıyor. Ona
göre, Fanon'un çalışmasından alınacak en önemli ders şudur: “Daha iyi bir
toplum için verilen her mücadele, baskıya karşı bir mücadeledir, ancak baskıya
karşı her mücadele, ille de daha iyi bir toplum için verilen bir mücadele
değildir.”
Neden
Fanon?
Felsefeci
Achille Mbembe, 2010 yılında Colgate Üniversitesi'nde verdiği bir derste, “Fanon'u
okumak hiç bu kadar zor olmamıştı.” demişti. Jean-Paul Sartre'dan etkilenen,
derin bir hümanist ve varoluşçu olan Frantz Fanon (1925-1961), Fransız
sömürgeciliğine karşı Cezayir direnişine katılmadan önce sömürge Cezayir'de bir
psikiyatrist olarak çalışmıştı. Yeryüzünün Lanetlileri adlı eseriyle tanınan
Fanon, çoğu radikal kimlik hareketi tarafından kült olarak öngörülen sömürgecilik ve ırkçılık eleştirisine dair
birçok eser ortaya koymuştur. Fanon’u okumak popülaritesini hiçbir zaman
kaybetmediyse ve bizler Fanoncu düşüncenin radikalliğini geri kazanmak
istiyorsak, Fanon'un popüler okumaları sorgulamamız gerekmektedir.
“Fanon şiddeti araçsal bir şekilde görür, yaklaşımı buyurucu
olmaktan çok betimleyicidir. Liberal muhalifleri ve en ateşli hayranları dahi-siyah
ve beyaz- ne yazık ki bu nüansı gözden kaçırıyorlar.”
Yeryüzünün
Lanetlilerini ilk okuyuşum benim için entelektüel dinamitle eşdeğerdi: “Dolayısıyla
şiddet, büyük yoğunlaşma olarak anlaşılmaktadır. Sömürgeleştirilmiş kişi şiddet
yoluyla ve şiddetin içinde kendini özgürleştirir.” O zamanlar bu büyük eseri
okumak, şiddet üzerine nispeten basit olan (en azından görünüşe göre) ilk
bölümü, oldukça karmaşık meseleleri ele alan diğer bölümlere kıyasla daha fazla
şey anlatıyordu. Benim Fanon'um, zalimin şiddetine karşı çıkan ve ezilenlerin
şiddetini meşrulaştıran bir Maniheistti. Genç Üçüncü Dünya hayranlarının çoğu
gibi, onu bir şiddet peygamberi olarak okudum. Şiddet özgürleştiriciydi, şiddet
katartikti, şiddet varoluştu. Onun amansız mücadele çağrıları, umutsuzca
adaletsiz bir dünyada mevcut tek seçenek gibi görünüyordu. Yine de kendimi
Fanon’a dair önemli bir şeyi kaçırmışım gibi hissetmiştim.
Fanon’un
Bağlamlaştırılması
Fanon'u
bağlamsallaştırmak önemlidir. Fanon, siyasi hayatı boyunca marjinal biriydi: Fransa'da
Siyah Martinik, Cezayir'de Fransız vatandaşı ve Müslüman Araplar arasında
Hristiyan kökenliydi. Cezayir'in sömürgecilik karşıtı mücadelesine tam
bağlılığına rağmen, yoldaşlarının gözünde bile hiçbir zaman tamamen Cezayirli
olmadı. Sömürge öncesi Cezayir'in tarihi hakkındaki bilgisi müphemdi. Fanon'un
metinleri, onun Cezayir'de sosyo-politik bir faktör olarak hakim olan İslam’a dair
bilgilerinin yüzeysel olduğunu açıkça göstermektedir. Araplar arasındaki siyah
karşıtı ırkçılık, Arapların kölelikteki rolü ve İslami ataerkillik Fanon’un ele
aldığı konulardı. Batı emperyalizminin bu büyük eleştirmeni, lösemi tedavisi
görmek için geldiği bir Amerikan hastanesinde CIA'nın gözleri önünde son
nefesini verdi ve Fanon 1961'in sonunda hayata gözlerini yumdu. Bir sonraki yıl
ise Cezayir resmi bağımsızlığını kazandı.
Bağımsız
Cezayir, hükümet ile İslamcılar arasındaki iç savaş nedeniyle parçalandı ve
Fransız sömürgeciliğinden daha fazla insanın ölümüne sebebiyet verdi. Fanon'un
böyle vahşete tanık olmadığı için şanslı olduğunu söyleyebilirsiniz:
sömürgecilik karşıtı projenin vahşi ve alaycı bir güç mücadelesine
dönüşmesinden etkilenen karısı Josie Fanon ise intihar etti. Fanon, halen Fransa
ve Cezayir'in entelektüel hayal gücünde marjinal bir figür olmaya devam etmektedir.
Bununla birlikte, Fanon 1980'lerden itibaren Anglo-Sakson dünyasında, esas
olarak “siyah” bir düşünür, siyah bir kimlik, bir postkolonyalist -ya da sömürgecilik karşıtı şiddetin bir
savunucusu ile analisti arasında kalan biri- olarak okunduğu post-kolonyalizm
ve ırkçılık üzerine araştırma bölümlerinde - akademik bir rönesans yaşadı. Yine
de Fanon'la ilgili en önemli ve belki de en kafa karıştırıcı, onun
eleştirmenlerinin ve hayranlarının gözden kaçırdığı devrimci evrenselciliğidir.
Fanon'un
adı şiddetle ilişkilendirilirken, şiddetin özgürleştirici olasılıklarını
değerlendirmesinin tüm çalışmalarında yalnızca bir bölümü işgal ettiği
unutulmamalıdır. Buna karşılık, Yeryüzünün Lanetlilerin son bölümü, ayrım
gözetmeyen misillemenin ve buna katılanlar üzerindeki zararlı psikolojik
etkilerini açıkça ele almıştır. Fanon şiddeti araçsal bir şekilde görür, yaklaşımı
buyurucu olmaktan çok betimleyicidir. Liberal eleştirmenleri ve siyah-beyaz en
ateşli hayranları maalesef bu nüansı es geçmektedir.Şiddet üzerine daha
kapsamlı eserler üreten Sartre ve Walter Benjamin gibi filozofların isimlerinin
Fanon'unki kadar kendiliğinden şiddetle ilişkilendirilmemesi, Fanon konusunda
ayrımcı önyargılar teşkil etmiyor mu?
İsveçli
yönetmen Goran Olsson'un yakın tarihli bir belgeseli, şiddetle ilgili “öfkeli
siyah adam" klişesini istemeden de olsa pekiştiriyor. Olsson'un belgeseli,
Avrupa sömürgeciliğini kınamak için Yeryüzünün Lanetlileri’nden seçilmiş
pasajlar içeriyor. Orada gördüğümüz Fanon, Avrupa'nın simgelediği her şeyi
reddeden bir Avrupa karşıtı Fanon’dur.
Yeryüzünün
Lanetlileri’nin sonunda Fanon (belgesel tarafından dikkatle atlanan bir pasaj)
şöyle yazıyor: Ancak Avrupalıların eylemleri gereken misyonunu yerine
getirmedi. Bu sözler Avrupa'dan nefret eden birinin değil, Avrupa'yı kendi
eşitlikçi değerlerine saygı göstermemekle suçlayan bir insanın sözleridir. Bu
Fanon ne sağ ne de sol tarafından tanınmamaktadır ve her şeye ragmen bu
Fanonu yeniden ortaya çıkarmak
önemlidir. Fanon,Avrupa ile ilgili her şeyden nefret etmesi gereken bu “şiddet
peygamberinden” tiksinirdi. Şüphesiz bu tüm büyük düşünürlere mahsus bir
kaderdir. Nietzsche, bir şehidin havarilerinin şehitten daha fazla acı
çektiğini yazmamış mıydı? Fanon ayrıyeten şehidin ilkeleri açısından acıyı en dorukta yaşamanın havarilerin elinde
olduğunu eklemeliydi.
Fanon
ve Kimlik Şiddeti
Fanon'un
kimlik şiddeti konusundaki nüanslı duruşu, özellikle Ferguson, Baltimore ve
Amerika'nın başka yerlerinde polis tarafından öldürülen siyahlar için yapılan
şiddetli protestoların ardından incelemeye değerdir. [Bu makale 2018'de
yazılmıştır. LVSL'nin Myriam Nicolas tarafından yazılan ve William Bouchardon
tarafından çevrilen bu makalede ele aldığı George Floyd'un ölümü bağlamında
meydana gelen protestolara atıfta bulunulmamaktadır: “ABD: isyanlar ırkçılık karşıtı mücadeleyi
körüklüyor mu?”]
Yerleşik
düzen onları kınasa bile, yerleşik düzen karşıtlığı (l’anti-establishment) şiddeti
devrimci bir ayaklanmanın başlangıcı olarak selamlamıştır. Beyaz ve ırkçı güç
merkezlerine karşı savaşmak için sistematik şiddet çağrısı aslında yeni bir şey
değildi. Geçmişte, Eldridge Cleaver gibi siyah aktivistler, beyaz kadınların
tecavüzünü beyaz ırkçılığa direnmek için “isyankar bir eylem” olarak görmüştü (daha
sonra bu fikirlerden pişmanlık duymuş olsa da). Çember sonunda, Cleaver’ın Cumhuriyetçi Parti'ye katılmasıyla ve
Muhafazakar bir Hıristiyan olmasıyla başladığı yere geri dönüyor. Peki, bu
yörünge bize ne söylüyor?
Aslında
Amerikan sistemi, kendi azınlıklarından gelen bu tür aşırı şiddete karşı
kendini fazlasıyla savunabilmektedir. Fanon, bu azınlığa ve tikelci kimlik
siyasetine değer vermeyi tercih ediyor, çünkü dünya kapitalizminin postmodern
mantığı çoklu azınlık kimliklerinin çoğalmasına ihtiyaç duyuyor. Tikelci kimlik
siyasetinin yalnızca beyaz karşıtı kızgınlıkla körüklenen bu güçsüz şiddeti,
daha fazla sınır yaratır ve hiçbir şekilde onların yıkımına yönelmemize izin
vermez -ki bu, bugün gerçekten radikal bir ufuk oluşturacaktır.
“Fanon'un (Lacancı) perspektifi içerisinde, ‘beyazlığı’
taklit eden siyah birey patolojik bir vaka olduğu gibi, hakiki ‘siyahiliği’
arayan siyah birey de aynı ölçüde patolojik bir vakadır.”
Böylelikle, “vahşi siyahlar” fobisine kapılmış
beyaz ırkçılar ve yanlış yerleştirilmiş suçluluk hissinin üstesinden gelmek
için, “her ne şekilde olursa olsun siyah direnişi (résistance noire par tous
les moyens nécessaires)” kutsayan çok kültürlü sol, esasen aynı mantık
sistemin ürünleridir.
Kabul
edelim: Amerika Birleşik Devletleri, insanlık tarihindeki en güçlü cephaneliğe
sahip, dünyanın en büyük askeri gücüdür; dünyanın dört bir yanındaki
hükümetleri istediği zaman alaşağı eder, karşı-isyanları sadece stratejik bir
uygulama değil, aynı zamanda bir düşünce biçimi haline getirdi; Amerikan
bilimsel ilerlemeleri sadece bu gezegendeki her insanı değil, tüm evreni de
etkilemektedir. Ülke nüfusunun en ırksallaştırılmış ve en yoksul kesiminin maruz
kaldığı böyle bir güce karşı uyguladığı şiddeti kınayan ve Wall Street ofisinde
gamsızca oturan gazeteciler nasıl ki yanılgılar içerisindeyse, ülkedeki nüfusun
en ırksallaştırılmış ve en yoksul kesiminin bu tür bir güce karşı
uyguladığı şiddeti destekleyen ve saygın bir üniversitede kalıcı bir konuma
sahip olan liberal solcu bilim insanı da inkar edilmez bir aptaldır.
Amerika
Birleşik Devletleri değişime uğrayacaksa, bu ancak nüfusun tüm kesimlerinden
popüler demokratik güçler tarafından başlatılan radikal reform yoluyla
mümkündür. Amerika Birleşik Devletleri'nin gücü düşünüldüğünde, kimlik
gruplarının devlete karşı yürüttüğü münferit şiddet eylemleri intihar değilse
de gereksizdir. Bu bağlamda Fanon'u Malcolm X'ten çok Martin Luther King ile
okumak daha uygun olacaktır. Fanon ve King, kimlik temelli ayrılıkçılık fikrini
reddettiler ve bir bütün olarak toplumda yapısal değişim mücadelesine dönüşecek
kimlik temelli bir mücadeleyi tercih ettiler. Bu, elbette, liberal pasifizm
için bir savunma değildir; ne Fanon ne de Martin Luther King bunu savunmuştur. Aksine,
önceki yüzyılda bazı sonuçlar elde etmiş olabilecek protesto biçimlerinin bu
yüzyılda hiçbirinin olmayacağını anlamamız gerekiyor. “Fanonizm”, diğer
şeylerin yanı sıra, tarihin diyalektiğini anlamanın bir yöntemidir.
Pragmatik
bir bakış açısına göre, Amerika'daki siyah hakları mücadelesi diğer
mücadelelerden ayrı olarak sürdürülemez. Ve bu perspektiften Fanon'un
evrenselciliği ve kendi kimliğinin ötesine geçme çağrısı en ilginç olanıdır.
Fanon, katı kimliklerin atfedilmesine ve evrenselciliğe erişmenin
imkansızlığına meydan okuyan Siyah Deri Beyaz Maske’de, “siyah” bireyi
övenlerin de ondan nefret edenler kadar hasta olduğunu iddia eder. Fanon'un
(Lacancı) algısına göre, sadece “beyazlığı” taklit eden siyah birey değil, aynı
zamanda hakiki siyahlığı arayan siyah bireyde patolojik bir vakadır.
Determinizme karşı çıkarak şunları da iddia ediyor: “Kendimi herhangi bir
geçmişin adamı yapmayacağım. Bugünüm veya geleceğim pahasına geçmişi övmek
istemiyorum. Ne yazık ki liberal sol, çok sorunlu bir tikelci, narsistik ve
kendi kendini yenilgiye uğratan kimlik politikaları için evrenselciliği terk
etmiş görünüyor.”
Evrensellik
ve Dayanışma
Fanon'un, zamanında popüler olan siyahi kimlik siyasetinden şüphe duymasının nedeni, yalnızca sayısız geçmişi yüceltme arzusunda değildi; Fanon ayrıca, basit “siyah-beyaz” ikili modelin gösterdiğinden daha fazlasını gizlediğine ve sömürgeleştirilmiş insanlardan yayılan diğer, daha eleştirel ve radikal sesleri susturduğuna inanıyordu. Şimdi İslam'da gördüğümüz bu değil mi? Batılı çokkültürlü liberal sol tarafından aktif veya pasif olarak teşvik edilen hem aşırılık yanlısı Müslümanlar hem de ılımlılar tarafından, bu sözde kendi toplulukları içinde radikal siyasi mücadele ve sosyal reform için çalışan “Müslüman dünyası” pahasına İslam üzerine bir tekelleşme gözlemlemek mümkündür. Ortadoğu'nun en önemli ilerici mücadelesi olan Kürtlerin mücadelesiyle ilgili geleneksel sol içinde hakim olan bu sessizliği nasıl açıklayabiliriz? Gerçek şu ki, hem köktendinci (fondamentaliste) hem de “ılımlı” İslam’ı benimseyen Müslüman seslere tanınan çokkültürlülük, ilkel geleneğe dayalı kimlik siyasetini reddeden ve radikal özgürleşme siyasi projelerinde alternatifler arayanların sesini duyurmaya yardımcı olmama
ktadır.
Bir
Tamil olarak, Batı'nın değerlerini eleştirmeme rağmen, Tamil siyasetinin,
arkasındaki ideolojinin ve onun tasavvur ettiği kimliğin dürüst ve uzlaşmaz bir
eleştirisini coşkuyla ve memnuniyetle karşılarım. Kültürel sıradanlıklara ve
küçümseyici indirgenmiş hoşgörüye değil, birbirlerine karşı bu tür karşılıklı
eleştirel siyasi bağlılık, dünyanın dört bir yanındaki ilericilerin, Batı'da
ırkçı fanatiklerin taşıdığı “diğerleri”nin ilerleme kaydetmekten aciz olduğu
anlatısının altını oyarken, mücadele
için evrensel bir forum yaratabilmesini sağlayabilir. Batı liberal solu bu
şekilde hareket etmeye hazırsa, yapılacak en makul şey “Müslüman dünyası”, “Hindu
dünyası” ve bu şekilde belirlenen diğer kültürel-dinsel dünyaların
fanatiklerini yatıştırmaktan kaçınmak ve özgürleştirici değerlere içtenlikle
inanan seslere duyulma fırsatı vermek olacaktır.
Bu,
Fanon'dan alınacak çok önemli derslerden biridir: Daha iyi bir toplum için
verilen tüm mücadeleler, baskıya karşı verilen mücadelelerdir, ancak baskıya
karşı verilen tüm mücadeleler, daha iyi bir toplum için verilen mücadeleler
değildir. Ve bu, liberal solun asla öğrenmediği bir ders. “Beyaz ataerkil
kapitalist emperyalizmle” savaşmak için aşırı hevesli girişimlerinde sol, ya da
en azından saflarındaki en gürültücü sesler, Üçüncü Dünya köktenciliğinin
korkunç biçimlerini savundu. Batı ile savaştıklarına dair yanılsamalarıyla
çevrili olarak Üçüncü Dünya köktenciliği, dünyanın geri kalanının ürettiği en
kötüye meşruiyet veriyor.
Hem
sağda hem de solda “ırk”, etnisite ve din özelliklerine olan saplantının
fetişist boyutlara ulaştığı bu zamanda, Fanon'un evrenselliği ve sınırların
katı kimliklerine meydan okuma daveti daha anlamlı olamazdı. Siyah Deri Beyaz
Maske’nin sonuç bölümünde yazdığı gibi:
“İnsanların, bir insan dünyasının varoluşu için ideal
koşulları yaratabilmeleri, özgürlüklerinin kalıcı gerilimi ve ‘benliğini (soi)’
geri alma ve onu dikkatlice inceleme çabası sayesinde olur.”
Kaynak: Bu metin, “Relire Fanon Aujourd’hui” başlıklı yazıdan BEP Çeviri Ekibi tarafından çevirilip,
redakte edilmiştir.
Editör notu: Bu metin BEP yayın politikasını tam olarak yansıtmamaktadır.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder