Sömürge üretim tarzındaki sınıf çelişkisinin analizi (ya da sömürge toplumsal yapıdaki üretim ilişkilerinin analizi) - II - Mehdi Amel
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Çevirinin birinci bölümüne ulaşmak
için tıklayınız.
Sömürge burjuvazisinin farklı
fraksiyonlarının (ticari, mali ve tarımsal) sınıf birliğinin temeli, “sömürgeci
burjuvazinin temsili”nde yatar. Bu nedenle, bir bölümü aynı anda ticari, mali,
tarımsal ve hatta endüstriyel olabilen bu hizipler arasında sınıf uyumu
esastır. Eğer karşıtlık bunlardan herhangi birisinin arasında yükselirse bu
olsa olsa ikincil ve geçici olacaktır çünkü sınıf birliklerinin temeli her
birinin sömürgeci burjuvaziyle bağlılıklarının temsilidir. Temsili ya da asalak
sınıf olarak belirlendiklerinden yapısal olarak sömürgeci burjuvazi düzeyinde
üretici sınıf olmaları imkânsızdır. Sömürge toplumdaki birincil sınıf çatışması
bu sınıf ve köylüler arasındadır. Eğer sömürge toplumda, toprak temel üretim
aracıysa köylüler de onun temel üretici gücü olmalıdır. Sömürgeci tarımsal
üretimin sınırları içinde köylüler sömürge burjuvazinin tarımsal fraksiyonu ve
dolayısıyla kendi birliği içindeki tüm sınıf tarafından sömürüldükleri yer olan
üretimlerinde doğrudan bu sınıf ile karşı karşıya gelirler. Bu sınıf çatışması
sadece köylüler ve sömürgecilik arasındaki (ikincisi sömürge burjuvazisi
tarafından temsil edilir) gerçek, yapısal karşılaşmanın bir tezahürüdür. Başka
bir deyişle, köylüler kendi toplumsal üretimleri aracılığıyla sömürge
burjuvazisiyle karşılaştıklarında bu karşılaşma onların bilincinde böyle ortaya
çıkmasa bile aslında sömürgecilikle karşılaşırlar. Bu yapısal sınıf gerçekliği
sömürge toplumun köylülerinde ancak gerçekten de bilinçlerini ayrı sınıf
bilinci, yani ulusal kurtuluş bilinci olarak belirleyen sınıf mücadelesi ile
görünebilir.
Henüz sömürge toplumun farklı
sınıflarının sınıf oluş yörüngesini analiz etmedik. Analizimiz böylece sınıf
oluşumundan daha çok sınıf varlığına odaklanmıştır. Sonraki bölümde, sömürge
toplumunun oluşum yörüngesini birleştiren güç olan sınıf mücadelesi
aracılığıyla sınıf yapısının gelişimini analiz edeceğiz.
Sömürge üretim tarzına özgü üretim
ilişkileri (yazım sırasında) kendilerini ortaya çıkarmaya başlamıştı. Aslında,
köylüler ve sömürge burjuvazisi arasındaki sınıf karşılaşması, işçi sınıfı ve
küçük burjuvazi (ikincisi, aksi halde üretken olmayan bir sınıfın üretken
işlevidir) kadar sömürge sınıf yapısının ana hatlarını keskin bir şekilde
ortaya çıkardı. Burada köylüler ve sömürge burjuvazisinin tarımsal üretim
bağlamında karşılaşmasının işçiler ve küçük burjuvazinin “küçük ölçekli”
tüketim sanayisi bağlamında karşılaşmasından ayrı ya da bağımsız olmadığını not
düşmeliyiz. Bu sınıf karşılaşmalarını betimlerken onları kapsayan toplumsal
yapının birliği içinde tanımladığımızı unutmamalıyız. Böylece, bunlar birbirine
paralel giden iki bağımsız sınıf çelişkisi değildir. Onları bu şekilde
tanımlamakla daha önce reddettiğimiz yapısal ikilik gibi bir tuzağa düşmek
olur. Bu, sömürge (toplumsal) yapıda sınıfsal farklılaşmanın olmamasının
nedenini tam olarak kavramayı da imkânsız hale getirecektir. Bu iki çelişkinin
ayrı ayrı var olması mümkün değildir, çünkü örneğin işçilerle küçük burjuvazi
arasındaki çatışma, bu “doğal olmayan” biçimde, ancak sömürge burjuvazisi
üretken bir sınıfı [sömürgeci burjuvaziyi] temsil eden üretken olmayan bir
sınıf olduğu için mümkündür. Sömürgeci burjuvazinin “asalak” ya da temsil
edilen doğası işçiler ve küçük burjuvazi arasındaki çatışmayı tanımlayan
şeydir. Bu aynı zamanda sömürge burjuvazisinin ve köylüler arasındaki sınıf
çatışmasının doğası gereği feodal mi ya da kapitalist mi olduğunu da belirler.
Burada söylediklerimizi yanlış
anlamaktan kaynaklanabilecek her türlü yanılsamayı ortadan kaldırmak için,
sömürgeci sınıf yapısı hakkında temel bir noktayı, yani sömürgeci burjuvaziyi
temsil etmesi nedeniyle sömürgeci burjuvazinin sömürge toplumu üzerindeki sınıf
egemenliğini vurgulamak istiyoruz. Sömürge burjuvazisinin sınıf egemenliği,
sömürge toplumunda sınıf farklılaşması eksikliğine, onu yapısal olarak
kapitalist muadilinden ayıran bir eksikliğe yol açar. Sınıf egemenliği ve
sömürgeciliği temsil etmesi nedeniyle, üretken olmayan tüketici burjuvazisi,
sömürülen sınıfların geri kalanıyla belirli bir sömürü ilişkisi içinde var
olur.[i]
Bu ilişki, bu sömürülen sınıflara, sınıf farklılaşmasında zorunlu olarak eksik
olan bir gelişme yapısı dayatır. Sömürge toplumunun üretken olmayan sınıfının
egemenliği, toplumsal sınıflarını, üretici sınıf ilişkilerinin farklılaşmamış
sınıf ilişkileri olarak belirlendiği bir yapıya yerleştirir. Sömürülen
sınıfların -yani işçiler, köylüler ve küçük burjuvazi- daha da az
farklılaşmalarının nedeni budur. Bunun nedeni, bu sınıfları egemen sınıfa
(sömürge burjuvazisine) bağlayan sınıfsal sömürü ilişkilerinin özünde üretim
çerçevesinde gerçekleşen doğrudan sömürü ilişkileri olmamasıdır. Sömürgecilik
üretimindeki sömürü ilişkileri, hiçbir zaman sanayileşme aşamasından geçmemiş
olduğundan, sömürgecilik aktif sömürücü güç olduğu için dolaylı kalır. Sömürge
burjuvazisi, yalnızca sömürgedeki sömürü sürecini hayata geçirmek için bir
sınıf olarak var olur. Sömürülen sınıflar arasında gelişen sınıf
farklılaşmasının imkânsızlığının yapısal nedeni, sömürgeci üretimde toplumsal
sömürünün (sömürge burjuvazinin sınıf egemenliğinin canlandırdığı şekliyle)
dolaylı doğasında yatmaktadır. Sömürge
toplumunda sınıflar arasında sınıf farklılaşmasının olmaması, sınıfların kendi
varlığından önce gelir ve (sömürge toplumunun) toplumsal yapısında bulunur.
Bu, sömürge toplumunda sınıfların gelişiminin yapısal çerçevesinin, onun
farklılaşmamış biçimini gerektirdiği anlamına gelir.
Bu nedenle, eğer “sınıf oluşumu”
terimini kullanarak sınıfların farklılaşmış gelişimini kast ediyorsak, bu
toplumda sınıf oluşumundan bahsetmek teorik ve bilimsel olarak yanlıştır.
Sömürge üretimin yapısı, sınıf farklılaşması hareketini yasaklar, yani sömürge
toplum çerçevesinde bir oluşum halindeki sınıftan asla söz edemeyiz. Esasen
sınıf farklılaşmasının olmamasıyla karakterize edilen farklılaşmamış sömürge
sosyal yapı, sömürge toplumdaki sınıfların gelişiminin çerçevesini çizer ve
sonuç olarak durgunluk ve tekrarın üstesinden gelir. Başka bir deyişle,
hareketi kapitalist gelişmenin ilerici veya yükselen hareketi değildir. Aksine,
farklılaşmış sınıfların oluşumunu zorunlu olarak engelleyen kapalı, durağan ve
tekrarlayan bir harekettir. “Az gelişmişliğin kısır döngüsü” nün gerçek anlamı
burada yatmaktadır. Burjuva iktisat literatürünün bu “kısır döngüden” söz
ederken saklamaya çalıştığı şey, tam da sömürge ilişkilerinin sürekli üretimi
olan sömürge üretiminin farklılaşmamış yapısal çerçevesidir.
Sınıf farklılaşması, kapitalist
Batı'da olduğu gibi üretimin ilerici gelişimi yoluyla şekillenir. Sömürge
üretimi, kendisini kapitalist üretime yapısal bir düzeyde bağlayan bir
bağımlılık ilişkisinin darlıklarında geliştiği için -ve dolayısıyla yükselişten
başka bir şey olmayan dairesel, tekrarlayan bir biçimde- sınıf farklılaşmasının
üretim ilişkilerinde ortaya çıkması mümkün değildir. Kapitalist üretimin
aksine, sömürgeci üretimin kapalı doğası, sınıfların gelişimini
farklılaşmalarını önleyecek şekilde yapılandırır. Başka bir deyişle, bu
imkânsızlık, sömürgeci üretimin kendi yapısına gömülüdür. Bu, örneğin, sömürge
toplumlarında köylülerin kent merkezlerine göçünün, bir köylü sınıfının bir
işçi sınıfına dönüşmesinde olduğu gibi, nadiren, farklılaşmış bir sınıfın
diğerine dönüştüğü radikal bir sınıf dönüşümüne yol açması gerçeğinde açıkça
görülmektedir. Bunun nedeni, kelimenin kapitalist anlamıyla gerçek sanayinin
olmamasıdır. Köylü, sömürge bir toplumda işçi olacak olsaydı -aslında ender bir
olaydır- bu, küçük ölçekli zanaat sanayisi çerçevesinde gerçekleşirdi. Böyle
bir çerçevede, (sınıf) varoluş ve bilinç düzeylerinde radikal sınıf dönüşümünün
gerçekleşmesi zordur. Her ne kadar yeni bir sınıf oluşumuna yerleşmiş olsalar
da, sömürge toplumundaki (şehirlere göç etmiş olan) köylüler yine de sınıf
bağlantılarının çoğunu koruyorlar. Böylece bu sınıf, yeni varoluşunu algılarken
önceki bilincini korur. Köylülerin sınıfsal dönüşümlerinde hiçbir zaman bir
kopuş yaşamadan bir sınıf varlığından diğerine geçiş kolaylığı, işçi sınıfının
küçük ölçekli tüketim sanayisi aracılığıyla üretildiği yapısından
kaynaklanmaktadır.
Örneğin Lübnan’da köylü ve işçi
arasındaki farklılık sınıf varlığının ve bilincinin tanımlanmasını zorlaştırır.
Üretimin kendisinin toplumsal üretimin genel yapısında böyle bir tanımlamaya
izin vermemesidir. (Lübnanlı) işçi her fırsatta tatiller, geziler ve cenazeler
için köyüne dönüyor. Bu şekilde, köyü onun ağırlık merkezi oluyor ve onu
şehirden daha güçlü bir şekilde çekiyor. Sonunda bıraktığı toprakların özlemini
çeker ve atalarının yuvası olan oraya gömülmeyi talep eder. Bu nedenle işçinin,
toplumsal dönüşüm sürecinin sonuna ulaşmasını kesinlikle engelleyen (içinde
bulunduğu) toplumsal yapının sömürgeci doğası nedeniyle işçiye toplumsal
dönüşümü başarısız olmuş bir köylü olduğunu söyleyebiliriz. Onun dönüşümü
gerçekleşemez, çünkü bu yapının sanayi aşamasına gelmesi imkânsızdır.
Kapitalist üretim, bir işçinin önceki sınıf durumuna geri dönebileceği bağı
koparabilir. Bu nedenle, sömürge toplumlarında gördüğümüz, işçinin köyüne ve
toprağına duyduğu sürekli hasretten doğan toplumsal olgulara, Batılı kapitalist
bir toplumda nadiren rastlanır, çünkü bu özlem, onun dönüştüğü sınıf varoluşuna
gerçekten geri dönme olasılığını yansıtır.
Başka bir deyişle, köylülerin
sömürge toplumunda meydana gelen farklılaşmış bir sınıftan diğerine, yani
köyünden ve topraklarından şehir ve fabrikaya sınıf geçişi, gerçekten bir
dönüşüm olduğu kapitalist bir toplumda bu geçişle kıyaslanamaz. Sınıf
değiştirme “özgürlüğü”, sömürgeci üretim ilişkilerinin tanımlayıcı bir
özelliğidir. Onu sömürge toplumunda bulduğumuz şekliyle işçi, aynı zamanda bir
köylü olabilir, tıpkı boş zamanlarında tüketim malları satıcısı ya da başka bir
deyişle bir küçük burjuva olabilir. Sömürge toplumsal yapısında, bireyleri
sınıflandıran ve onları istikrarlı sınıf sınırları içinde sağlam bir şekilde
kuran sınıfın çekim gücü yoktur. Bu, (bu toplumlarda) üretimin sömürge
yapısından, yani kapitalist üretime bağımlılığından kaynaklanmaktadır. Farklılaşmamış
bir sınıf yapısı olarak kolonyal toplumsal yapının ayırt edici özelliği,
köylülerin sınıfsal dönüşümünün üretim sürecinin bir sonucu olarak
imkansızlığıyla kendini keskin bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu nedenle, bu
farklılaşmamış sınıf yapısında, sınıf bilinci, sınıf bilincinden ziyade bir
sınıf yanılsamasına daha yakındır. Yukarıda sınıfın çekim gücü olarak
adlandırdığımız şeyin (belirlenmiş, farklılaştırılmış sınıfların eksikliğinin
bir sonucu) kaybı, bu toplumdaki bireyi -ve ayrıca sınıfı- sosyal merdivende
bir adım tırmanmayı ummaya yönlendirir. Sınıfının sınırlarını aşmayı umarak,
toplumunun sınıf yapısının çerçevesini kırmaya değil, kendisinin ve sınıfının
çelişki ve çatışma içinde olduğu üst sınıfa yükselmeye çalışır. Bu umudun
bilinçteki varlığı, böyle bir yükselişin mümkün olduğu inancının bir
işaretidir. Bu olasılık yanıltıcı ve hayal ürünü olsa da, onu hayali değil
gerçek olarak deneyimleyen kişinin bilincine salt görünümü, sınıf bilincine
ideolojik bir biçim, yani zorunlu olarak devrimci olmayan politik pratik yapan
yanıltıcı bir biçim verir.
Bu durumda sınıf bilinci, sınıf
mücadelesini bir zorunluluk olarak görmez. Bunun yerine, sınıf ikamesini
amaçlar. Sınıf çatışması ile sınıf ikamesi arasında temel bir fark vardır, ilki
zorunlu olarak bir sınıfın siyasi iktidarın (dümeninde) bir diğerinin yerine
geçmesini gerektirse bile. Bununla birlikte, bu gücün egemen sınıftan
(burjuvazi gibi) alınması ve onu sömürülen sınıfın (örneğin proletarya gibi)
eline geçirmesi, zorunlu olarak mevcut toplumsal yapının yıkılmasıyla
sonuçlanan (kapitalist üretimden sosyalist üretime geçiş gibi) bir sınıf mücadelesi
yoluyla gerçekleşir.
Başka bir deyişle, belirli bir
toplumsal yapı içinde gelişen sınıf mücadelesinin şiddeti, mevcut toplumsal
çerçeveyi kırıp başka bir toplumsal yapıya geçiş yaptığında doruğa ulaşır. Bu
arada, sınıf ikamesi, toplumsal üretim tarzında yapısal bir değişikliğe yol
açmadan, toplumsal yapının sınırları içinde gerçekleşir. Bunun örneklerini, ‘siyasi
bağımsızlık’ elde etmesine rağmen kurtuluş devrimini doruk noktasına
ulaştırmayan sömürge ülkelerde görüyoruz. Bu sayede yerleşimci sömürgeci
burjuvazinin yerini sömürge burjuvazisi alıyor, bu sınıf genellikle ‘ulusal’
burjuvazi olarak anılıyor. Sömürgeci kapitalist burjuvazinin siyasal iktidar
düzeyinde sömürge burjuvazisi tarafından ikame edilmesi, üretimin toplumsal
yapısını sömürgeci üretimden başka bir şeye dönüştürmez. Bu ikame, toplumsal
yapının kendisini değiştirmekten çok, kalıcı bir toplumsal yapı içinde bir
değişim oluşturur. En iyi koşullarda, bu sınıf ikamesi, bağımlı bağımlılıktan
deyim yerindeyse “bağımlı bağımsızlığa” geçişi beraberinde getirir. Dolayısıyla
bu, ne bir toplumsal yapıdan diğerine ne de bir üretim tarzından diğerine geçiş
değildir. Lübnan bunu açıkça göstermektedir.
Bunu söylerken, bu ifade bilimsel
olarak belirsiz olsa bile, ‘siyasi bağımsızlık’ denen şeyin önemini inkâr
etmiyoruz. Burada vurgulamak istediğimiz şey, bu “bağımsızlığın” bir üretim
tarzından diğerine geçişi zorunlu olarak gerektirmediğidir. Çoğunlukla, bu “bağımsızlık”,
bizzat sömürge üretim tarzının çerçevesi içinde elde edilir ve bu çerçeve
içinde içkin olan potansiyel gelişmenin gerçekleşmesini temsil eder. Sömürgeci
üretimin yapısı yerinde kaldığı sürece, bizim için bağımsızlıktan bahsetmek
zordur ve dahası, bir kurtuluş devriminden bahsetmek imkânsızdır. “Sınıf
ikamesi” kavramının (çağdaş tarihimizi anlamak için umutsuzca ihtiyaç
duyduğumuz bilimsel kesinlik ile) sömürge ülkelerde “bağımsızlık” elde
ettiklerinde neler olduğunu anlamamıza nasıl yardımcı olduğunu zaten gördük.
Gerçekten de bu kavram, Cezayir ve Mısır gibi kendilerini sömürgecilikten
kurtarmaya çalışan birçok ülkede küçük burjuvazi ile sömürge burjuvazisi
arasındaki ikame ve temsil ilişkisini anlamamıza yardımcı olur.
Kendimizin önüne geçmemek için,
burada küçük burjuvazinin bir
yönetici sınıf olarak sömürge burjuvazisini ikame[ii]
etmesinin toplumsal yapının değişmesi anlamına gelmediğini, yani bir üretim
yapısından diğerine (örneğin sosyalist üretim) geçiş anlamına gelmediğini
söylemek yeterlidir. Çoğunlukla, sınıf ikamesi olgusu sömürge toplumlarına
özgüdür ve bir sınıfın başka bir sınıfla yer değiştirmesinin her zaman
toplumsal üretim tarzında radikal bir yapısal değişikliğe yol açan yoğun sınıf
mücadelesi yoluyla gerçekleştiği Batılı kapitalist toplumlarda bilinmez.
Örneğin, burjuvazinin egemen sınıf olarak feodal soyluların yerini alması,
Batı'da feodal bir üretim tarzından kapitalist bir üretim tarzına geçişi
oluşturan devrimci bir toplumsal dönüşüme yol açtı.
Sömürge toplumlarına gelince, sınıf
farklılaşmasından yoksun toplumsal yapılarının doğası gereği sınıf ikamesinin
açık, yoğun sınıf çatışması şeklini alması nadirdir. Başka bir deyişle, sömürge
ilişkisinin kendisinden kaynaklanmaktadır. Ülkelerimizde, gördüğümüz gibi,
sömürgecilik belirli bir toplumsal sınıf yapısı üretti. Siyasi mücadelemiz
sayesinde bu yapıyı aşmanın zorluğunu -ama imkânsızlığını değil- kavramaya
başladık. Bir sınıf mücadelesi biçimi olarak sınıf ikamesinin varlığı, bu
farklılaşmamış toplumsal yapının kapitalist muadilinden farklı olduğunun
kanıtıdır. Sanki sömürge toplumsal yapısı, başka bir toplumsal yapıya geçiş
gerekliliğini ortadan kaldıracak kadar içsel ve umut verici gelişme olanaklarını
barındırıyor gibidir. Gerçekten de, bu farklılaşmamış yapının bir gelişme
çerçevesi olarak "bağımsızlık" sonrasında varlığını sürdürmesi, böyle
bir gelişmenin mümkün olduğuna işaret ediyor gibi görünmektedir. Ancak bu
gelişmenin tekrarlayan biçimi, bunun tersini, tarihsel olarak ondan kopmanın
gerekli olduğunu gösterir. “Az gelişmişliğin kısır döngüsünde” belirgin olan
tekrarlayan gelişme biçimi, sömürge yapılarının zengin bir kalkınma olanakları
dizisi barındırdığı yanılsamasını yaratır. (Sömürgeci) gelişmenin döngüsü içinde
bir süreklilik unsuru vardır. Bu, ikincisinin krizlerinde gösterildiği gibi,
kapitalizmin yukarı doğru gelişmesinde yoktur. Sömürge yapısını aşmanın
zorluğu, yapının tekrarlayan gelişiminin hareketinde saklı olan bu süreklilik
gücünde yatmaktadır. Sömürge yapısını aşmak için, tarihsel gelişmenin
hareketini serbest bırakmak için sömürge ilişkisinin kesilmesi gerekir.
Sömürge toplumunun farklılaşmamış
sınıf yapısında bir sınıf mücadelesi biçimi olarak sınıf ikamesinin potansiyel
olarak -belirli koşullarda- sınıflar arasında gerilim yaratabileceğine şüphe
yoktur. Ancak bu gerilim nadiren siyasi bir mücadeleye yol açar. Siyasal
mücadeleyle bu yapıyı korumayan toplumsal yapının radikal -ve gerçekten de
devrimci- dönüşümünü arayan sınıf mücadelesine atıfta bulunuyoruz. Sınıf
ikamesi sürecindeki gerilim, sınıflar arasında veya yerinden edilmiş sınıfın
belirli hizipleri arasında acılık duygularını besler. Yani şiddet ve açık
isyanla patlak verse de siyasi bir anlamı olduğu söylenemeyecek “psikolojik”
bir mücadele üretir. Bu, bir dereceye kadar, çoğu “Üçüncü Dünya” ülkesindeki “siyasi”
pratiğin -açıkça şiddet içeren karakterine rağmen- toplumsal yapıda herhangi
bir etkili değişikliği, yani bir “yapısal mutasyon”u -(Abdallah) el-Alayli'nin[iii]
tanımladığı gibi yapısal bir “şok”u- neden başaramadığına açıklık
getirmektedir. Hindistan, Pakistan ve Orta Doğu'daki sözde “siyasi” hareketler
bunu açıkça göstermektedir. Bu ülkelerdeki “toplumsal patlamalar” boyunca, bu “patlamalar”,
içlerindeki üretici güçleri özgürleştirmek için bu yapıların çerçevelerini
kırmada yetersiz kaldığından, ilgili sosyal yapıları yerinde kalır. İşin aslı,
bu ülkeleri kapitalist Batı'nın politik açıdan istikrarlı ülkelerinden ayıran “siyasi”
istikrar eksikliği, tuhaf bir şekilde sosyo-politik yapılarının kalıcı
istikrarına tekabül ediyor. Bu yapı istikrarı, daha doğrusu bu istikrarın
devamı, aslında [“Üçüncü Dünya” ülkelerinde] “siyasi” istikrarın olmamasının
bir koşuludur. Daha doğrusu, “siyasi” istikrar eksikliğinin, sınıf ikamesinin
tarihsel olarak, sınıf pratiği aracılığıyla, farklılaşmamış bir sınıf yapısında
ifade ediliş biçimi olduğu söylenebilir. Bu “Üçüncü Dünya” ülkelerinde siyasi
folklorun ayrılmaz bir parçası haline gelen görünüşte günlük “devrimler”
(askeri darbeler), patlamalardan başka bir şey değildir. Ortalık yatıştığında,
toplumsal yapının baştan sona bozulmamış ve sabit kaldığı ortaya çıkıyor.
Bu konuya geçmeden önce bir hatırlatma
yapmak istiyoruz. Sömürge toplumlarında sözde “siyasi” istikrarın olmamasının
bir koşulu olan sınıf yapısının istikrarı Batılı kapitalist toplumların yapısal
istikrarından kesinlikle farklıdır. Kapitalist Batı’da, yapısal istikrar
gerçekte yapının dinamizminin doğrudan bir sonucudur ya da daha kesin,
farklılaştırılmış sınıflar arasında var olan toplumsal diyalektiğin özel bir
türüdür. Sömürge toplumlarında yapının istikrarına gelince, bu (tersine)
farklılaşmamış sınıflar arasında gerçekleşen toplumsal diyalektiğin felç olma
durumunun sonucudur. Aynı zamanda, bu felç olma durumu farklılaşmamış bir sınıf
yapısının içinde mutlaka sonuçlanır. Sömürge toplumlardaki toplumsal sınıfların
farklılaşmaması bu nedenle, bu felcin hem nedeni hem de sonucudur. Bu
toplumların tarihsel yörüngesi bir belirsizliğin sonucu haline gelir. Sömürgeci
ve Batı-kapitalist yapıları arasındaki farkı vurgulamak için belki de “sabitlik”
kelimesini yalnızca ilkini, “kararlılık” kelimesini ise yalnızca ikincisini
tanımlamak için kullanmalıyız.
Şimdi, toplumsal sınıflar arasında
farklılaşma eksikliğinin bir sonucu olan bu belirsizliğin, sömürge
toplumlarının tarihsel yörüngesindeki önemini araştırmaya döneceğiz. Söylemek
gerekirse bu farklılaşma eksikliği sanki bu toplumların oluşumunu durdurur.
Görünüşte onları gerekli bir [dönüşüm] mantığına katkıda bulunmaktan kurtarır
ve bunun yerine [oluş] için çok sayıda seçeneği açar (veya açıyormuş gibi
görünür). Bu tarihlerini bastırılmış bir hareket olarak yanlış anlayış ve
gereklilikten yoksunluk bu toplumların sosyalizm ve kapitalizm arasında yani “kapitalist
olmayan” ve kapitalist olan gelişim yolunda bir seçeneğe sahip olduğu savı
hakkında bilgi verir. (Buna inananlar için) tarih sanki sömürge toplumlara ulaştıktan sonra
bütün rasyonelliğini kaybeder ve bunun yerine kişisel veya öznel bir kararla
belirlenir. Bu toplumların yörüngesi bu nedenle, rasyonel [kapitalist]
toplumların aksine, herhangi bir tarihsel zorunluluktan veya nesnel yasalardan
izole edilmiş, belki de egemen bir birey tarafından yapılan özgür bir seçimin
sonucu olarak anlaşılır.
Bu, tarihe ve sömürge toplumun
tarihine bakmanın değişik yolu, özellikle, tarihi öznel bir tercihe
indirgeyerek olumsuzlar. Tarihin nasıl olup da kapitalist toplumda nesnel,
sömürge toplumlarda ise öznel olduğu açık değildir. Gerçek şu ki burada bu
tarihe bakış yönteminin bir mantıksal çelişkisi vardır ve bu sömürge
toplumlardaki tarihsel gelişim hareketinin yanlış anlaşılmasına dayanır. Bu
görünümde, yönetenlerin (örneğin Nasser, Ben Bella, Sékou Touré, Castro)
kararları tarihin belirleyici gücünü oluşturur. Bu mantığa göre yönetenler
ülkelerini kapitalist gelişme yoluna sokarlarsa ülke kapitalist bir ülke haline
gelecektir. Alternatif olarak, eğer kapitalist olmayan bir kalkınma yoluna sokarsa
sosyalist ülkeye dönüşecektir. Sanki sosyalizme ulaşmak ve sömürgecilikle
bağları koparmak, yöneticinin alacağı bir karara bağlıdır. Sömürge toplumun
sosyalist değişimi için temel koşul böylece bireysel liderin bir sosyalizmin
kendi ülkesindeki tarihsel gelişimin ufku olduğuna inanan sosyaliste
dönüşmesidir. Gerçek şu ki Küba’nın sosyalizme doğru dönüşü dolayısıyla
Castro'nun bunu yapma arzusuna atfedildi. Cezayir’e gelince bu doğrultu tutmadı
çünkü Ben Bella kendi ülkesi için bunu istemiyordu. Bunu abartarak veya alay
ederek söylemiyoruz. Sömürge ülkelerin sonraki devrimci deneyimlerini bu ışıkta
gören birçok kişinin görüşü budur.
Bu konuyu tartışmak bizi
ilgilendirmiyor, çünkü durumun böyle olduğunu kanıtlamak için birçok kitaptan
alıntı yapılabilir. Tersine, bizim ilgi alanımız sömürge toplumdaki tarih
hareketinin bu yanlış anlaşılmasının temelini ortaya çıkarmaktır. Böyle bir
görüşün özünde, tarihi bir toplumsal yapının üst yapısında konumlandıran ve
tarihsel hareketi sınıf gelişiminden (yani toplumsal yapının maddi temelinden)
ayıran bir idealizm vardır, böylece onu iktidardaki bireyin veya fraksiyonun
öznel iradesine indirgemektir. Bir farklılaşmamış sınıf yapısı olarak sömürge
yapının ayırt edici özelliği bu yanlış mantığın tutunmasına izin veren şeydir.
Açık bir sınıf farklılaşması olan kapitalist yapıya karşı tutulduğunda, sömürge
yapısı, sanki zaten oluşmuş ve tamamlanmış gibi değil, oluşum ve tamamlanmaya
[kapitalist atası gibi olmaya] doğru ilerliyormuş gibi görünür. Potansiyel bir
oluşum ve tamamlanma durumundaki sömürge yapısının varlığı, onu tarihsel olarak
kapitalist yapıya benzer kılar -bu zaten reddettiğimiz bir şey. Böyle bir
[algılanan] devlet, gelişimini kapitalist yapının gelişimini yöneten kesin,
rasyonel mantıktan çıkarır ve böylece onu kapitalist yapının açması imkânsız olan
yapısal olanaklara açar. Bunun nedeni, [toplumsal bir yapının] oluşum
mantığının -daha önce de belirttiğimiz gibi- önceden oluşturulmuş bir yapının
hareketi olan gelişme mantığından tamamen farklı olmasıdır.
Bundan şu sonuç çıkar ki olasılığın
ufku, oluşumun mantığının bünyesinde açılır ve gelişim mantığının karşısında
kapanır. Sömürge toplumlarının gelişimindeki “seçim özgürlüğü” fikri
bu toplumlarla ilgili kötü politik literatürde gördüğümüz gibi, buradan geliyor.
Bununla birlikte, tarihsel gelişimini, hâlihazırda oluşturulmuş bir kapitalist
yapınınkiyle aynı kabul etmedikçe, bu şekilde bakmak da mümkün değildir, çünkü
bu, bir yapı bilgisi olarak gelişme ve tanım için standart olacaktır. Eğer
varlığının koşulu kapitalist yapıya benzerliğiyse burada daha sonra nasıl bir “seçim
özgürlüğünün” yani (sömürge toplumsal yapının) kapitalist olmayan[iv]
bir ufka doğru gelişiminin ihtimali olabilir? Gerçek şu ki bu “seçim özgürlüğü”
teorisi ve dayandığı gönüllü tarih görüşü bize bir şeyler anlatır, bu sömürgeci
yapı ve onun gelişimini yöneten yasaların feci şekilde yanlış anlaşıldığıdır.
Gerçekten de, sömürge ilişkisinin gerçekliği konusunda tam bir cehalet var gibi
görünüyor. Marksizm’in bu değişik görünüşü dolaylı olarak “teorik” temele sahip
olsa da büyük bir olasılıkla ciddi bir teorik çabanın sonucu değildir. Her
şeyden çok bu ideolojik bir bakıştır. Dahası bu zorunlu olarak “Üçüncü Dünya” ülkelerini
tarihin hareketinden dışlar, daha sonra kapitalist ve sosyalist “kamp” olarak adlandırılan
iki ana küresel güç arasındaki varoluşsal karşılaşmayla kuşatılmaya başlar. “Üçüncü
Dünya” bu iki kampın arasındaki karşılaşmayla kurulan tarihin motoru tarafından
üretilen hareketten yalıtılmış olarak bu birincil tarihsel çelişkinin dışında
var olur. Tarihin hareketinden bu gerçek tecrit, sanki (Üçüncü Dünya'nın) bir
yol seçmemiş, ama (tuhaf) “seçim özgürlüğüne” tabiymiş gibi görünmesini
sağlayan şeydir.
Bizi konumuzdan uzaklaştıracak bir
tartışmaya daha fazla girmeyeceğiz. Bu çalışmadaki kaygımız sömürge
toplumlarının bilinemez tarihsel yörüngesine onların özel sınıf ilişkisi
ışığında analitik yaklaşımdır. Gerçek şu ki, bu belirsizlik gerçek değil,
yalnızca görünüştedir. Bunun nedeni, sosyal sınıflar arasındaki ayrımcılığın,
sömürge toplumundaki küçük burjuvazi olarak adlandırılan belirli bir sınıfın
ekonomik ve politik lehine işlemesidir. Burjuvazi ve işçi sınıfı arasında
kaldığından, küçük burjuvazi hiçbir zaman tek bir pozisyona yerleşmeden ikisi
arasında bocalar. Bu politik ve ekonomik taraftaki devamlı istikrarsızlık onun
sosyal pozisyonunu politik ilkelerce belirlenmeyen ya da açıklığa sahip olmayan
“tereddütlü” bir sınıf olarak tanımlar.
Bu genel olarak her iki “az gelişmiş”
ve “gelişmiş” küçük burjuvazi için geçerlidir. Buna rağmen bir kapitalist
toplumdaki küçük burjuvaziyi onun sömürgeci toplumdaki muadilinden ayıran şey
küçük burjuvazinin ilk olarak burjuvazi ve proletarya arasındaki farklılaşma
hareketi tarafından bir sınıf olarak belirlenmesidir. Daha sonra buna rağmen bu
toplumsal sınıflar arasında farklılaşmama hareketinin sonucudur. Daha açık
koymak gerekirse, kapitalist toplumda küçük burjuvazi, burjuvazi ve proletarya
olarak adlandırılan toplumun oluşturucu sınıflarının çatışmasının merkezi
toplumsal hareketinin artığı ya da yan üründür. Böylece bu hareket, küçük
burjuvaziyi, içinde yalnızca asalak bir büyüme (fazlalık) olarak var olduğu
tarihten atar. Bu bağlamda, bu kapitalist toplumun teorik varlığında bir
sapmadır. Bu perspektiften Marx, kapitalist toplum analizinde, kapitalist
toplum gerçekliğini analiz etmek için uygun bir araç olarak kapitalizm
kavramını ortaya koymakta haklıydı. Batı’daki küçük burjuvazi aslında bir
kavram olarak kapitalizmin teorik açıklığını bulandıran, onu yararsız bir
şekilde karmaşıklaştıran ve kavramın bütünleşmesini engelleyen yıkıcı, parazit
bir varlıktır.
Sömürge toplumdaki küçük burjuvaziye
gelince, bu tarihin hareketinin merkez noktasından farksızdır. Çünkü bu sınıf
farklılaşmasının eksik olduğu bir toplumsal yapıda en farklılaşmış sınıftır.
(Sömürge toplumlarda) sınıf yapısının tarihsel hareketi, eksensel dönüşe benzer
ve küçük burjuvazi dönen eksendir. Bütün diğer sınıf pozisyonları bu toplumsal
yapıda bu temel eksen tarafından belirlenir. Bu şemada, burjuvaziyi ve proletaryayı
ayıran fark şunu çok iyi şekilde açıklığa kavuşturur, bu iki sınıfın birbirini
böylesine bir sınıf çatışmasının öneminin farkındayken ciddi bir sınıf
çatışmasında karşı karşıya görmesi zorlayıcıdır. Örneğin bu, kapitalist Batı’da
gördüğümüzün tam tersidir. Burjuvazinin (sömürge toplumdaki) sömürgeci doğası
üretim düzeyinde proletarya ile sınıfsal karşılaşmasını küçük burjuvazinin
üretici sektörleriyle karşılaşmaya dönüştürür. Bu, Batı’nın ortaya koyduğu
tarihsel toplumsal yapının tersine bir durumdur: Sömürge toplumda asalak sınıf
burjuvazidir, küçük burjuvazi değil. Bu burjuvazi doğrudan (ya da daha doğrusu
nerdeyse doğrudan) sömürgeci burjuvazinin bir sonucudur ve bu sebeple onun
ortaya çıktığı anda ve onun ortaya çıkmasının etkisiyle Batı'da olduğu gibi,
tarihin önde gelen bir gücü olmasını kesinlikle engelleyen yapısal bir
yetersizlik içindedir.
Sömürge toplumdaki bir proletaryaya,
işçi sınıfının yani sınıfsal varlığının farkında olan devrimci bağımsız sınıf
olarak oluşumunun tarihsel olarak özel bir süreç olduğunu vurgulamak için bu
fırsatı kullanmalıyız. Bir kapitalist toplumda, işçi sınıfının devrimci bir
sınıf olarak oluşumu hâkim burjuvaziye karşı yoğun sınıf mücadelesi
aracılığıyla gerçekleşir; burada sınıfsal çelişki gelişiminin süreci gibi açık
ve nettir. Diğer yandan, sömürge toplumda burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki
sınıf çelişkisi küçük burjuva tarafından belirlenen karmaşık bir çelişkidir.
Toplumsal üretim düzeyinde burada işçi sınıfı ve küçük burjuvazi arasındaki
karşılaşma gerçeği işçi sınıfı ve sömürgeci burjuvazi arasında temel bir
çelişkinin var olduğunun aksini ispatlamaz. Aksine, daha sonraki çelişki
temeldir çünkü işçi sınıfının gelişimine ve oluşumuna engel olur. Ayrıca işçi
sınıfı ve küçük burjuvazi arasındaki çelişkiyi önemli biçimde belirler. İşçi
sınıfı toplumsal üretim hareketi içinde küçük burjuvazinin karşısına çıktığında
kendi sınıf oluşu başlar, bu daha önce söylendiği gibi işçi sınıfın oluşumuna
engel olan sömürgeci burjuvazinin karşısına çıkmayı zorunlu kılar. Bu ışıkta,
kapitalist toplumdaki sınıfsal çelişki sömürge toplumdakinden çok daha basit
gözükmektedir. Üretim bağlamında doğrudan küçük burjuva ile karşılaşması
sayesinde, (sömürge toplumdaki) işçi sınıfı sömürgeci burjuvayla ve böylece
sömürgeciliğin kendisiyle sınıf savaşının zorunlu olduğunu görür. İşçi
sınıfının üretim alanındaki mücadelesi bir sınıf olarak mutlak varoluşun bir
mücadele olduğunu bize sınıf oluşunun aracılığıyla gösterir yani, kendinin
sınıf formasyonunun tarihsel süreci bir mücadele oldukça mevcut hale gelir.
Burada sömürge toplumdaki (sınıfsal) çatışmanın farklılığı uzanır.
Sömürge toplumun tarihsel başlangıcı
sınıf perspektifinden daha az görülebilir böylece sömürge yapıda gördüğümüz
(kendi başına) toplumsal sınıflar arasındaki farklılaşmama daha çok bu
farklılaşmamanın belirgin karakteri tarafından yapılır. Sömürge sınıfsal yapıya
özgü farklılaşmamayı herhangi bir farklılaşmama türünden ayrı olarak oluşturan
şey kapitalist toplumsal yapıdaki belirgin sınıf farklılığının tarihsel sonucudur.
Sömürge toplumsal yapısındaki özel sınıf farklılaşması hareketi, bu hareketi
harekete geçiren bu yapının sömürge egemenliğine tabi kılınmasının ardından
ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Batı kapitalizminin sömürgeci gelişiminin yol
açtığı kırılmanın, sömürge toplumlarında sınıf farklılaşması hareketini ileriye
götüren belirleyici faktör olduğuna şüphe yoktur. Ancak, farklılaşmış iki
toplumsal yapı arasındaki tahakküm ilişkisi olarak sömürge ilişkisinin varlığı,
zorunlu olarak bu sınıf hareketini farklılaşmama olarak belirlemiştir. Bu
ilişki bugün kapitalist ve sömürge toplumlar arasında ortaya çıkan “barış
içinde bir arada yaşama” biçimini belirlemeye devam ediyor. Bundan anlaşıldığı
gibi sömürge toplumlarında sınıfların farklılaşmaması, sınıf farklılaşması hareketinin
gerçekleşmesi için yapısal çerçeveyi oluşturan şeydir.
Başka bir deyişle sömürge ilişkiler
mevcut kaldıkça sömürge yapılardaki sınıfların farklılaşması, bu sınıf yapısı
çerçevesinin farklılaşmaması nedeniyle gerçekleşemez. Böylece kendimizi, aslında
tek, karmaşık bir sürecin, yani her hareketin çelişkili farklılaşma yapılarıyla
birleştiği tarihsel bütünleştirme sürecinin iki yüzü olan kesinlikle ayrılmaz
iki hareketin önünde buluruz. Her yapı diğerinin varlığı için asli koşuldur.
İlişkileri egemenlik düzeninin içinde nedensel ve belirlenmiştir. Bunları
birbirine bağlayan özel bir nedensellik türü onları birleştiren ilişkinin
dışsal olarak üst üste binmesini engeller. Daha önce de dediğimiz gibi,
kapitalist ve sömürge yapılar arasındaki ilişki farklılaşma hareketi
aracılığıyla süren evrenselleşmeden birisidir. Gerçi ayrıca evrenselleşme
hareketi aracılığıyla süren bir farklılaşma ilişkisidir de. Bu yapısal
nedensellik kavramını açıklığa kavuşturarak anlamaya çalıştığımız şeydir. Bu
ayrıca bizi azgelişmiş ülkelerdeki toplumsal üretimi hem yapı hem gelişim
yönünden kapitalist üretimden farklılık gösteren belirgin toplumsal üretim
olarak görmeye zorlayan şeydir.[v]
Bu bölümde sömürge üretim tarzına
özgü üretici sınıf ilişkilerin doğasını tanımlamaya çalıştık. Şu ana kadar
sömürge toplumdaki çeşitli sınıfların tanımlanması ve ilişkilerinin yapısal
birliğinin gözlenmesi yoluyla bu ilişkilerin tarihsel gelişimini analiz ettik.
Sömürge sınıf yapısının analizi onun tarihsel oluşunun mantığının tanımlanmasını
izlemelidir. Başka bir deyişle biz şu an sömürge yapıdaki belirgin sınıf
çatışmasının gelişimini tanımlamaya başlamaya girişerek sosyalist devrimin
olanaklarının şartlarına odaklanmalıyız. Bu çalışmanın üçüncü bölümünde yapmaya
çalıştığımız şey budur.
Kaynakça: Bu metin, Mehdi
Amel’in “Arab Marxism and National Liberation” adlı kitabının “An Analysis of
the Class Contradictions in the Colonial Mode of Production (or, an Analysis of
the Relations of Production in the Colonial Social Structure)” (ss. 55-83)
başlıklı makalesinin çevirisidir. BEP Çeviri Ekibi tarafından çevirilerek
redakte edilmiştir.
[i]
Sömürgeci burjuva tüketiminin üretken doğasının aksine.
[ii] Burada
okuyucuya sınıf ikamesinin mekanik anlamda anlaşılmaması gerektiğini belirtmek
istiyoruz. Yer değiştirme hareketi, aslında diğer sınıfın yerini alan sınıfın
gelişme ve aslında oluşum hareketidir. Bu ikame gerçekleşmeden önce toplumsal
yapıda olmayan sınıf ikamesi yoluyla yeni çelişkilerin üretilmesi mümkündür.
Ancak bu yeni çelişkilerin varlığı toplumsal yapıyı kökten etkilemez. Başka bir
deyişle, yeni bir toplumsal yapıya geçiş yoluyla ortaya çıkan türden bir
devrimci değişim meydana getirmez. Dolayısıyla bunlar, mevcut toplumsal yapının
kendi içindeki yeni çelişkilerdir. Bu, özellikle küçük burjuvazinin, örneğin
Mısır'da meydana gelen bir süreçte, bir yönetici sınıf olarak sömürge
burjuvazisini ikame etmesinde açıktır. Bu noktaya daha sonra tekrar döneceğiz.
[iii] Abdullah
el-Alayli, sosyalizme sempati duyan, yirminci yüzyılın önde gelen
Arap-İslamcılarındandı.
[iv] "Kapitalist
olmayan gelişme" ifadesi bilimsel bir ifade değildir. Bunun nedeni, ima
ettiği toplumsal yapıyı olumlu bir şekilde tanımlamamasıdır. Daha ziyade,
tanımladığı yapının gerçekliğini ortaya çıkarmayan olumsuz bir tanımdır. Başka
bir deyişle, yapıyı kendinde olduğundan çok, olamayacağı şeyle tanımlar.
Örneğin Mısır'ın -ya da Cezayir'in ya da Suriye'nin- "kapitalist olmayan
kalkınma" yolunda ilerlediğini söylediğimizde, onların gelişimini olumsuz
bir şekilde tanımlıyor ve bunun kapitalist olmadığını ifade ediyoruz. Bu doğru
olmakla birlikte, bu kapitalist olmayan "toplumsal gelişmenin"
doğasını tanımsız bırakıyoruz. Bir terim olarak, "kapitalist olmayan
gelişme", bu nedenle, birçok insan için bu şekilde yankılansa bile,
"sosyalist gelişme" terimiyle aynı değildir. "Kapitalist olmayan
gelişme" ifadesi, "teorik" düşüncenin belirli ülkelerdeki
toplumsal üretimin yapısını tanımlamadaki yetersizliğinin bir işaretidir. Bu
ifadede, özellikle, bu [hala tanımlanmamış] üretken yapının, tıpkı bir
sosyalist olmadığı gibi kapitalist olmadığı açıktır. Her şeyden çok, çalışmamız
bu toplumsal üretim yapısına olumlu bir tanım getirme girişimidir.
[v]
'Sömürge toplumları' dediğimiz toplumlarda (yani
'azgelişmiş ülkelerde') toplumsal üretimi, yapısal olarak Batı ülkelerindeki
toplumsal üretime benzeyen kapitalist üretim olarak görmek isteyenler, şunu
unutmuşlardır: kapitalist üretimi, onu önceki tüm toplumsal üretim
biçimlerinden ayıran temel özelliği, Lenin'in dediği gibi, sınırsız genişlemeye
yönelik eğilimidir. Kapitalizmin sömürge aşamasının gerekliliği, kapitalist
üretimin gelişiminin bu ayırt edici içsel mantığında yatmaktadır. Sömürgecilik,
kapitalist üretimin gelişimine içkindir. Sömürge üretimi hakkında böyle bir şey
söylenemez. Ne tür bir mantık bizi bu üretimi kapitalist olarak yargılamaya
yönlendirebilir? Sömürge üretiminin kapitalist bir gelişme aşamasına
ulaşmasının imkânsızlığını not etmek yeterli değil mi? Tek başına bu bile bizi
sömürgeci üretime hem yapısı hem de gelişimi açısından kapitalist üretimden
farklı olarak bakmaya teşvik etmelidir.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder