Devlet-PKK çatışmasında Türk paramiliterleri - Ayhan Işık

  Ayhan Işık [i] Özet Bu makale, Türk devletinin paramiliter örgütlerinin zaman içindeki dönüşümüne ve bu örgütlerin muhaliflere, özellikle Kürtlere, karşı “kullanışlı” bir araç olarak nasıl kullanıldığına odaklanmaktadır. Paramiliter gruplar, yaklaşık kırk yıldır devam eden Türk devleti ve PKK arasındaki çatışmaların ana aktörlerinden biridir. Bu gruplar, 1980’den beri, özellikle savaşın yoğun olduğu zamanlarda bazen yardımcı kuvvet olarak, bazen de ölüm timlerine dönüşerek, PKK’yi desteklediği düşünülen Kürt sivillere karşı faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve yargısız infazlarda resmi ordu güçlerinin yanında  kullanılmışlardır. Yazıda, Türk devlet elitlerinin bu aparatı yalnızca iç siyasette değil, Orta Doğu’da ve Kafkasya’daki çatışmalarda kullandığını hatta devletin bu paramiliter geleneğini Batı Avrupa’ya kadar genişlettiğini tartışacağım. Paramiliter Örgütlerin Oluşumu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana yüz yıldan fazla bir zamandır, farklı Kürt siyasal hareke

Sömürge üretim tarzındaki sınıf çelişkisinin analizi (ya da sömürge toplumsal yapıdaki üretim ilişkilerinin analizi) - II - Mehdi Amel

 


Çevirinin birinci bölümüne ulaşmak için tıklayınız.

Sömürge burjuvazisinin farklı fraksiyonlarının (ticari, mali ve tarımsal) sınıf birliğinin temeli, “sömürgeci burjuvazinin temsili”nde yatar. Bu nedenle, bir bölümü aynı anda ticari, mali, tarımsal ve hatta endüstriyel olabilen bu hizipler arasında sınıf uyumu esastır. Eğer karşıtlık bunlardan herhangi birisinin arasında yükselirse bu olsa olsa ikincil ve geçici olacaktır çünkü sınıf birliklerinin temeli her birinin sömürgeci burjuvaziyle bağlılıklarının temsilidir. Temsili ya da asalak sınıf olarak belirlendiklerinden yapısal olarak sömürgeci burjuvazi düzeyinde üretici sınıf olmaları imkânsızdır. Sömürge toplumdaki birincil sınıf çatışması bu sınıf ve köylüler arasındadır. Eğer sömürge toplumda, toprak temel üretim aracıysa köylüler de onun temel üretici gücü olmalıdır. Sömürgeci tarımsal üretimin sınırları içinde köylüler sömürge burjuvazinin tarımsal fraksiyonu ve dolayısıyla kendi birliği içindeki tüm sınıf tarafından sömürüldükleri yer olan üretimlerinde doğrudan bu sınıf ile karşı karşıya gelirler. Bu sınıf çatışması sadece köylüler ve sömürgecilik arasındaki (ikincisi sömürge burjuvazisi tarafından temsil edilir) gerçek, yapısal karşılaşmanın bir tezahürüdür. Başka bir deyişle, köylüler kendi toplumsal üretimleri aracılığıyla sömürge burjuvazisiyle karşılaştıklarında bu karşılaşma onların bilincinde böyle ortaya çıkmasa bile aslında sömürgecilikle karşılaşırlar. Bu yapısal sınıf gerçekliği sömürge toplumun köylülerinde ancak gerçekten de bilinçlerini ayrı sınıf bilinci, yani ulusal kurtuluş bilinci olarak belirleyen sınıf mücadelesi ile görünebilir.

Henüz sömürge toplumun farklı sınıflarının sınıf oluş yörüngesini analiz etmedik. Analizimiz böylece sınıf oluşumundan daha çok sınıf varlığına odaklanmıştır. Sonraki bölümde, sömürge toplumunun oluşum yörüngesini birleştiren güç olan sınıf mücadelesi aracılığıyla sınıf yapısının gelişimini analiz edeceğiz.

Sömürge üretim tarzına özgü üretim ilişkileri (yazım sırasında) kendilerini ortaya çıkarmaya başlamıştı. Aslında, köylüler ve sömürge burjuvazisi arasındaki sınıf karşılaşması, işçi sınıfı ve küçük burjuvazi (ikincisi, aksi halde üretken olmayan bir sınıfın üretken işlevidir) kadar sömürge sınıf yapısının ana hatlarını keskin bir şekilde ortaya çıkardı. Burada köylüler ve sömürge burjuvazisinin tarımsal üretim bağlamında karşılaşmasının işçiler ve küçük burjuvazinin “küçük ölçekli” tüketim sanayisi bağlamında karşılaşmasından ayrı ya da bağımsız olmadığını not düşmeliyiz. Bu sınıf karşılaşmalarını betimlerken onları kapsayan toplumsal yapının birliği içinde tanımladığımızı unutmamalıyız. Böylece, bunlar birbirine paralel giden iki bağımsız sınıf çelişkisi değildir. Onları bu şekilde tanımlamakla daha önce reddettiğimiz yapısal ikilik gibi bir tuzağa düşmek olur. Bu, sömürge (toplumsal) yapıda sınıfsal farklılaşmanın olmamasının nedenini tam olarak kavramayı da imkânsız hale getirecektir. Bu iki çelişkinin ayrı ayrı var olması mümkün değildir, çünkü örneğin işçilerle küçük burjuvazi arasındaki çatışma, bu “doğal olmayan” biçimde, ancak sömürge burjuvazisi üretken bir sınıfı [sömürgeci burjuvaziyi] temsil eden üretken olmayan bir sınıf olduğu için mümkündür. Sömürgeci burjuvazinin “asalak” ya da temsil edilen doğası işçiler ve küçük burjuvazi arasındaki çatışmayı tanımlayan şeydir. Bu aynı zamanda sömürge burjuvazisinin ve köylüler arasındaki sınıf çatışmasının doğası gereği feodal mi ya da kapitalist mi olduğunu da belirler.

Burada söylediklerimizi yanlış anlamaktan kaynaklanabilecek her türlü yanılsamayı ortadan kaldırmak için, sömürgeci sınıf yapısı hakkında temel bir noktayı, yani sömürgeci burjuvaziyi temsil etmesi nedeniyle sömürgeci burjuvazinin sömürge toplumu üzerindeki sınıf egemenliğini vurgulamak istiyoruz. Sömürge burjuvazisinin sınıf egemenliği, sömürge toplumunda sınıf farklılaşması eksikliğine, onu yapısal olarak kapitalist muadilinden ayıran bir eksikliğe yol açar. Sınıf egemenliği ve sömürgeciliği temsil etmesi nedeniyle, üretken olmayan tüketici burjuvazisi, sömürülen sınıfların geri kalanıyla belirli bir sömürü ilişkisi içinde var olur.[i] Bu ilişki, bu sömürülen sınıflara, sınıf farklılaşmasında zorunlu olarak eksik olan bir gelişme yapısı dayatır. Sömürge toplumunun üretken olmayan sınıfının egemenliği, toplumsal sınıflarını, üretici sınıf ilişkilerinin farklılaşmamış sınıf ilişkileri olarak belirlendiği bir yapıya yerleştirir. Sömürülen sınıfların -yani işçiler, köylüler ve küçük burjuvazi- daha da az farklılaşmalarının nedeni budur. Bunun nedeni, bu sınıfları egemen sınıfa (sömürge burjuvazisine) bağlayan sınıfsal sömürü ilişkilerinin özünde üretim çerçevesinde gerçekleşen doğrudan sömürü ilişkileri olmamasıdır. Sömürgecilik üretimindeki sömürü ilişkileri, hiçbir zaman sanayileşme aşamasından geçmemiş olduğundan, sömürgecilik aktif sömürücü güç olduğu için dolaylı kalır. Sömürge burjuvazisi, yalnızca sömürgedeki sömürü sürecini hayata geçirmek için bir sınıf olarak var olur. Sömürülen sınıflar arasında gelişen sınıf farklılaşmasının imkânsızlığının yapısal nedeni, sömürgeci üretimde toplumsal sömürünün (sömürge burjuvazinin sınıf egemenliğinin canlandırdığı şekliyle) dolaylı doğasında yatmaktadır. Sömürge toplumunda sınıflar arasında sınıf farklılaşmasının olmaması, sınıfların kendi varlığından önce gelir ve (sömürge toplumunun) toplumsal yapısında bulunur. Bu, sömürge toplumunda sınıfların gelişiminin yapısal çerçevesinin, onun farklılaşmamış biçimini gerektirdiği anlamına gelir.

Bu nedenle, eğer “sınıf oluşumu” terimini kullanarak sınıfların farklılaşmış gelişimini kast ediyorsak, bu toplumda sınıf oluşumundan bahsetmek teorik ve bilimsel olarak yanlıştır. Sömürge üretimin yapısı, sınıf farklılaşması hareketini yasaklar, yani sömürge toplum çerçevesinde bir oluşum halindeki sınıftan asla söz edemeyiz. Esasen sınıf farklılaşmasının olmamasıyla karakterize edilen farklılaşmamış sömürge sosyal yapı, sömürge toplumdaki sınıfların gelişiminin çerçevesini çizer ve sonuç olarak durgunluk ve tekrarın üstesinden gelir. Başka bir deyişle, hareketi kapitalist gelişmenin ilerici veya yükselen hareketi değildir. Aksine, farklılaşmış sınıfların oluşumunu zorunlu olarak engelleyen kapalı, durağan ve tekrarlayan bir harekettir. “Az gelişmişliğin kısır döngüsü” nün gerçek anlamı burada yatmaktadır. Burjuva iktisat literatürünün bu “kısır döngüden” söz ederken saklamaya çalıştığı şey, tam da sömürge ilişkilerinin sürekli üretimi olan sömürge üretiminin farklılaşmamış yapısal çerçevesidir.

Sınıf farklılaşması, kapitalist Batı'da olduğu gibi üretimin ilerici gelişimi yoluyla şekillenir. Sömürge üretimi, kendisini kapitalist üretime yapısal bir düzeyde bağlayan bir bağımlılık ilişkisinin darlıklarında geliştiği için -ve dolayısıyla yükselişten başka bir şey olmayan dairesel, tekrarlayan bir biçimde- sınıf farklılaşmasının üretim ilişkilerinde ortaya çıkması mümkün değildir. Kapitalist üretimin aksine, sömürgeci üretimin kapalı doğası, sınıfların gelişimini farklılaşmalarını önleyecek şekilde yapılandırır. Başka bir deyişle, bu imkânsızlık, sömürgeci üretimin kendi yapısına gömülüdür. Bu, örneğin, sömürge toplumlarında köylülerin kent merkezlerine göçünün, bir köylü sınıfının bir işçi sınıfına dönüşmesinde olduğu gibi, nadiren, farklılaşmış bir sınıfın diğerine dönüştüğü radikal bir sınıf dönüşümüne yol açması gerçeğinde açıkça görülmektedir. Bunun nedeni, kelimenin kapitalist anlamıyla gerçek sanayinin olmamasıdır. Köylü, sömürge bir toplumda işçi olacak olsaydı -aslında ender bir olaydır- bu, küçük ölçekli zanaat sanayisi çerçevesinde gerçekleşirdi. Böyle bir çerçevede, (sınıf) varoluş ve bilinç düzeylerinde radikal sınıf dönüşümünün gerçekleşmesi zordur. Her ne kadar yeni bir sınıf oluşumuna yerleşmiş olsalar da, sömürge toplumundaki (şehirlere göç etmiş olan) köylüler yine de sınıf bağlantılarının çoğunu koruyorlar. Böylece bu sınıf, yeni varoluşunu algılarken önceki bilincini korur. Köylülerin sınıfsal dönüşümlerinde hiçbir zaman bir kopuş yaşamadan bir sınıf varlığından diğerine geçiş kolaylığı, işçi sınıfının küçük ölçekli tüketim sanayisi aracılığıyla üretildiği yapısından kaynaklanmaktadır.

Örneğin Lübnan’da köylü ve işçi arasındaki farklılık sınıf varlığının ve bilincinin tanımlanmasını zorlaştırır. Üretimin kendisinin toplumsal üretimin genel yapısında böyle bir tanımlamaya izin vermemesidir. (Lübnanlı) işçi her fırsatta tatiller, geziler ve cenazeler için köyüne dönüyor. Bu şekilde, köyü onun ağırlık merkezi oluyor ve onu şehirden daha güçlü bir şekilde çekiyor. Sonunda bıraktığı toprakların özlemini çeker ve atalarının yuvası olan oraya gömülmeyi talep eder. Bu nedenle işçinin, toplumsal dönüşüm sürecinin sonuna ulaşmasını kesinlikle engelleyen (içinde bulunduğu) toplumsal yapının sömürgeci doğası nedeniyle işçiye toplumsal dönüşümü başarısız olmuş bir köylü olduğunu söyleyebiliriz. Onun dönüşümü gerçekleşemez, çünkü bu yapının sanayi aşamasına gelmesi imkânsızdır. Kapitalist üretim, bir işçinin önceki sınıf durumuna geri dönebileceği bağı koparabilir. Bu nedenle, sömürge toplumlarında gördüğümüz, işçinin köyüne ve toprağına duyduğu sürekli hasretten doğan toplumsal olgulara, Batılı kapitalist bir toplumda nadiren rastlanır, çünkü bu özlem, onun dönüştüğü sınıf varoluşuna gerçekten geri dönme olasılığını yansıtır.

Başka bir deyişle, köylülerin sömürge toplumunda meydana gelen farklılaşmış bir sınıftan diğerine, yani köyünden ve topraklarından şehir ve fabrikaya sınıf geçişi, gerçekten bir dönüşüm olduğu kapitalist bir toplumda bu geçişle kıyaslanamaz. Sınıf değiştirme “özgürlüğü”, sömürgeci üretim ilişkilerinin tanımlayıcı bir özelliğidir. Onu sömürge toplumunda bulduğumuz şekliyle işçi, aynı zamanda bir köylü olabilir, tıpkı boş zamanlarında tüketim malları satıcısı ya da başka bir deyişle bir küçük burjuva olabilir. Sömürge toplumsal yapısında, bireyleri sınıflandıran ve onları istikrarlı sınıf sınırları içinde sağlam bir şekilde kuran sınıfın çekim gücü yoktur. Bu, (bu toplumlarda) üretimin sömürge yapısından, yani kapitalist üretime bağımlılığından kaynaklanmaktadır. Farklılaşmamış bir sınıf yapısı olarak kolonyal toplumsal yapının ayırt edici özelliği, köylülerin sınıfsal dönüşümünün üretim sürecinin bir sonucu olarak imkansızlığıyla kendini keskin bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu nedenle, bu farklılaşmamış sınıf yapısında, sınıf bilinci, sınıf bilincinden ziyade bir sınıf yanılsamasına daha yakındır. Yukarıda sınıfın çekim gücü olarak adlandırdığımız şeyin (belirlenmiş, farklılaştırılmış sınıfların eksikliğinin bir sonucu) kaybı, bu toplumdaki bireyi -ve ayrıca sınıfı- sosyal merdivende bir adım tırmanmayı ummaya yönlendirir. Sınıfının sınırlarını aşmayı umarak, toplumunun sınıf yapısının çerçevesini kırmaya değil, kendisinin ve sınıfının çelişki ve çatışma içinde olduğu üst sınıfa yükselmeye çalışır. Bu umudun bilinçteki varlığı, böyle bir yükselişin mümkün olduğu inancının bir işaretidir. Bu olasılık yanıltıcı ve hayal ürünü olsa da, onu hayali değil gerçek olarak deneyimleyen kişinin bilincine salt görünümü, sınıf bilincine ideolojik bir biçim, yani zorunlu olarak devrimci olmayan politik pratik yapan yanıltıcı bir biçim verir.

Bu durumda sınıf bilinci, sınıf mücadelesini bir zorunluluk olarak görmez. Bunun yerine, sınıf ikamesini amaçlar. Sınıf çatışması ile sınıf ikamesi arasında temel bir fark vardır, ilki zorunlu olarak bir sınıfın siyasi iktidarın (dümeninde) bir diğerinin yerine geçmesini gerektirse bile. Bununla birlikte, bu gücün egemen sınıftan (burjuvazi gibi) alınması ve onu sömürülen sınıfın (örneğin proletarya gibi) eline geçirmesi, zorunlu olarak mevcut toplumsal yapının yıkılmasıyla sonuçlanan (kapitalist üretimden sosyalist üretime geçiş gibi) bir sınıf mücadelesi yoluyla gerçekleşir.

Başka bir deyişle, belirli bir toplumsal yapı içinde gelişen sınıf mücadelesinin şiddeti, mevcut toplumsal çerçeveyi kırıp başka bir toplumsal yapıya geçiş yaptığında doruğa ulaşır. Bu arada, sınıf ikamesi, toplumsal üretim tarzında yapısal bir değişikliğe yol açmadan, toplumsal yapının sınırları içinde gerçekleşir. Bunun örneklerini, ‘siyasi bağımsızlık’ elde etmesine rağmen kurtuluş devrimini doruk noktasına ulaştırmayan sömürge ülkelerde görüyoruz. Bu sayede yerleşimci sömürgeci burjuvazinin yerini sömürge burjuvazisi alıyor, bu sınıf genellikle ‘ulusal’ burjuvazi olarak anılıyor. Sömürgeci kapitalist burjuvazinin siyasal iktidar düzeyinde sömürge burjuvazisi tarafından ikame edilmesi, üretimin toplumsal yapısını sömürgeci üretimden başka bir şeye dönüştürmez. Bu ikame, toplumsal yapının kendisini değiştirmekten çok, kalıcı bir toplumsal yapı içinde bir değişim oluşturur. En iyi koşullarda, bu sınıf ikamesi, bağımlı bağımlılıktan deyim yerindeyse “bağımlı bağımsızlığa” geçişi beraberinde getirir. Dolayısıyla bu, ne bir toplumsal yapıdan diğerine ne de bir üretim tarzından diğerine geçiş değildir. Lübnan bunu açıkça göstermektedir.

Bunu söylerken, bu ifade bilimsel olarak belirsiz olsa bile, ‘siyasi bağımsızlık’ denen şeyin önemini inkâr etmiyoruz. Burada vurgulamak istediğimiz şey, bu “bağımsızlığın” bir üretim tarzından diğerine geçişi zorunlu olarak gerektirmediğidir. Çoğunlukla, bu “bağımsızlık”, bizzat sömürge üretim tarzının çerçevesi içinde elde edilir ve bu çerçeve içinde içkin olan potansiyel gelişmenin gerçekleşmesini temsil eder. Sömürgeci üretimin yapısı yerinde kaldığı sürece, bizim için bağımsızlıktan bahsetmek zordur ve dahası, bir kurtuluş devriminden bahsetmek imkânsızdır. “Sınıf ikamesi” kavramının (çağdaş tarihimizi anlamak için umutsuzca ihtiyaç duyduğumuz bilimsel kesinlik ile) sömürge ülkelerde “bağımsızlık” elde ettiklerinde neler olduğunu anlamamıza nasıl yardımcı olduğunu zaten gördük. Gerçekten de bu kavram, Cezayir ve Mısır gibi kendilerini sömürgecilikten kurtarmaya çalışan birçok ülkede küçük burjuvazi ile sömürge burjuvazisi arasındaki ikame ve temsil ilişkisini anlamamıza yardımcı olur.

Kendimizin önüne geçmemek için, burada küçük burjuvazinin bir yönetici sınıf olarak sömürge burjuvazisini ikame[ii] etmesinin toplumsal yapının değişmesi anlamına gelmediğini, yani bir üretim yapısından diğerine (örneğin sosyalist üretim) geçiş anlamına gelmediğini söylemek yeterlidir. Çoğunlukla, sınıf ikamesi olgusu sömürge toplumlarına özgüdür ve bir sınıfın başka bir sınıfla yer değiştirmesinin her zaman toplumsal üretim tarzında radikal bir yapısal değişikliğe yol açan yoğun sınıf mücadelesi yoluyla gerçekleştiği Batılı kapitalist toplumlarda bilinmez. Örneğin, burjuvazinin egemen sınıf olarak feodal soyluların yerini alması, Batı'da feodal bir üretim tarzından kapitalist bir üretim tarzına geçişi oluşturan devrimci bir toplumsal dönüşüme yol açtı.

Sömürge toplumlarına gelince, sınıf farklılaşmasından yoksun toplumsal yapılarının doğası gereği sınıf ikamesinin açık, yoğun sınıf çatışması şeklini alması nadirdir. Başka bir deyişle, sömürge ilişkisinin kendisinden kaynaklanmaktadır. Ülkelerimizde, gördüğümüz gibi, sömürgecilik belirli bir toplumsal sınıf yapısı üretti. Siyasi mücadelemiz sayesinde bu yapıyı aşmanın zorluğunu -ama imkânsızlığını değil- kavramaya başladık. Bir sınıf mücadelesi biçimi olarak sınıf ikamesinin varlığı, bu farklılaşmamış toplumsal yapının kapitalist muadilinden farklı olduğunun kanıtıdır. Sanki sömürge toplumsal yapısı, başka bir toplumsal yapıya geçiş gerekliliğini ortadan kaldıracak kadar içsel ve umut verici gelişme olanaklarını barındırıyor gibidir. Gerçekten de, bu farklılaşmamış yapının bir gelişme çerçevesi olarak "bağımsızlık" sonrasında varlığını sürdürmesi, böyle bir gelişmenin mümkün olduğuna işaret ediyor gibi görünmektedir. Ancak bu gelişmenin tekrarlayan biçimi, bunun tersini, tarihsel olarak ondan kopmanın gerekli olduğunu gösterir. “Az gelişmişliğin kısır döngüsünde” belirgin olan tekrarlayan gelişme biçimi, sömürge yapılarının zengin bir kalkınma olanakları dizisi barındırdığı yanılsamasını yaratır. (Sömürgeci) gelişmenin döngüsü içinde bir süreklilik unsuru vardır. Bu, ikincisinin krizlerinde gösterildiği gibi, kapitalizmin yukarı doğru gelişmesinde yoktur. Sömürge yapısını aşmanın zorluğu, yapının tekrarlayan gelişiminin hareketinde saklı olan bu süreklilik gücünde yatmaktadır. Sömürge yapısını aşmak için, tarihsel gelişmenin hareketini serbest bırakmak için sömürge ilişkisinin kesilmesi gerekir.

Sömürge toplumunun farklılaşmamış sınıf yapısında bir sınıf mücadelesi biçimi olarak sınıf ikamesinin potansiyel olarak -belirli koşullarda- sınıflar arasında gerilim yaratabileceğine şüphe yoktur. Ancak bu gerilim nadiren siyasi bir mücadeleye yol açar. Siyasal mücadeleyle bu yapıyı korumayan toplumsal yapının radikal -ve gerçekten de devrimci- dönüşümünü arayan sınıf mücadelesine atıfta bulunuyoruz. Sınıf ikamesi sürecindeki gerilim, sınıflar arasında veya yerinden edilmiş sınıfın belirli hizipleri arasında acılık duygularını besler. Yani şiddet ve açık isyanla patlak verse de siyasi bir anlamı olduğu söylenemeyecek “psikolojik” bir mücadele üretir. Bu, bir dereceye kadar, çoğu “Üçüncü Dünya” ülkesindeki “siyasi” pratiğin -açıkça şiddet içeren karakterine rağmen- toplumsal yapıda herhangi bir etkili değişikliği, yani bir “yapısal mutasyon”u -(Abdallah) el-Alayli'nin[iii] tanımladığı gibi yapısal bir “şok”u- neden başaramadığına açıklık getirmektedir. Hindistan, Pakistan ve Orta Doğu'daki sözde “siyasi” hareketler bunu açıkça göstermektedir. Bu ülkelerdeki “toplumsal patlamalar” boyunca, bu “patlamalar”, içlerindeki üretici güçleri özgürleştirmek için bu yapıların çerçevelerini kırmada yetersiz kaldığından, ilgili sosyal yapıları yerinde kalır. İşin aslı, bu ülkeleri kapitalist Batı'nın politik açıdan istikrarlı ülkelerinden ayıran “siyasi” istikrar eksikliği, tuhaf bir şekilde sosyo-politik yapılarının kalıcı istikrarına tekabül ediyor. Bu yapı istikrarı, daha doğrusu bu istikrarın devamı, aslında [“Üçüncü Dünya” ülkelerinde] “siyasi” istikrarın olmamasının bir koşuludur. Daha doğrusu, “siyasi” istikrar eksikliğinin, sınıf ikamesinin tarihsel olarak, sınıf pratiği aracılığıyla, farklılaşmamış bir sınıf yapısında ifade ediliş biçimi olduğu söylenebilir. Bu “Üçüncü Dünya” ülkelerinde siyasi folklorun ayrılmaz bir parçası haline gelen görünüşte günlük “devrimler” (askeri darbeler), patlamalardan başka bir şey değildir. Ortalık yatıştığında, toplumsal yapının baştan sona bozulmamış ve sabit kaldığı ortaya çıkıyor.

Bu konuya geçmeden önce bir hatırlatma yapmak istiyoruz. Sömürge toplumlarında sözde “siyasi” istikrarın olmamasının bir koşulu olan sınıf yapısının istikrarı Batılı kapitalist toplumların yapısal istikrarından kesinlikle farklıdır. Kapitalist Batı’da, yapısal istikrar gerçekte yapının dinamizminin doğrudan bir sonucudur ya da daha kesin, farklılaştırılmış sınıflar arasında var olan toplumsal diyalektiğin özel bir türüdür. Sömürge toplumlarında yapının istikrarına gelince, bu (tersine) farklılaşmamış sınıflar arasında gerçekleşen toplumsal diyalektiğin felç olma durumunun sonucudur. Aynı zamanda, bu felç olma durumu farklılaşmamış bir sınıf yapısının içinde mutlaka sonuçlanır. Sömürge toplumlardaki toplumsal sınıfların farklılaşmaması bu nedenle, bu felcin hem nedeni hem de sonucudur. Bu toplumların tarihsel yörüngesi bir belirsizliğin sonucu haline gelir. Sömürgeci ve Batı-kapitalist yapıları arasındaki farkı vurgulamak için belki de “sabitlik” kelimesini yalnızca ilkini, “kararlılık” kelimesini ise yalnızca ikincisini tanımlamak için kullanmalıyız.

Şimdi, toplumsal sınıflar arasında farklılaşma eksikliğinin bir sonucu olan bu belirsizliğin, sömürge toplumlarının tarihsel yörüngesindeki önemini araştırmaya döneceğiz. Söylemek gerekirse bu farklılaşma eksikliği sanki bu toplumların oluşumunu durdurur.
Görünüşte onları gerekli bir [dönüşüm] mantığına katkıda bulunmaktan kurtarır ve bunun yerine [oluş] için çok sayıda seçeneği açar (veya açıyormuş gibi görünür). Bu tarihlerini bastırılmış bir hareket olarak yanlış anlayış ve gereklilikten yoksunluk bu toplumların sosyalizm ve kapitalizm arasında yani “kapitalist olmayan” ve kapitalist olan gelişim yolunda bir seçeneğe sahip olduğu savı hakkında bilgi verir. (Buna inananlar için) tarih sanki
sömürge toplumlara ulaştıktan sonra bütün rasyonelliğini kaybeder ve bunun yerine kişisel veya öznel bir kararla belirlenir. Bu toplumların yörüngesi bu nedenle, rasyonel [kapitalist] toplumların aksine, herhangi bir tarihsel zorunluluktan veya nesnel yasalardan izole edilmiş, belki de egemen bir birey tarafından yapılan özgür bir seçimin sonucu olarak anlaşılır.

Bu, tarihe ve sömürge toplumun tarihine bakmanın değişik yolu, özellikle, tarihi öznel bir tercihe indirgeyerek olumsuzlar. Tarihin nasıl olup da kapitalist toplumda nesnel, sömürge toplumlarda ise öznel olduğu açık değildir. Gerçek şu ki burada bu tarihe bakış yönteminin bir mantıksal çelişkisi vardır ve bu sömürge toplumlardaki tarihsel gelişim hareketinin yanlış anlaşılmasına dayanır. Bu görünümde, yönetenlerin (örneğin Nasser, Ben Bella, Sékou Touré, Castro) kararları tarihin belirleyici gücünü oluşturur. Bu mantığa göre yönetenler ülkelerini kapitalist gelişme yoluna sokarlarsa ülke kapitalist bir ülke haline gelecektir. Alternatif olarak, eğer kapitalist olmayan bir kalkınma yoluna sokarsa sosyalist ülkeye dönüşecektir. Sanki sosyalizme ulaşmak ve sömürgecilikle bağları koparmak, yöneticinin alacağı bir karara bağlıdır. Sömürge toplumun sosyalist değişimi için temel koşul böylece bireysel liderin bir sosyalizmin kendi ülkesindeki tarihsel gelişimin ufku olduğuna inanan sosyaliste dönüşmesidir. Gerçek şu ki Küba’nın sosyalizme doğru dönüşü dolayısıyla Castro'nun bunu yapma arzusuna atfedildi. Cezayir’e gelince bu doğrultu tutmadı çünkü Ben Bella kendi ülkesi için bunu istemiyordu. Bunu abartarak veya alay ederek söylemiyoruz. Sömürge ülkelerin sonraki devrimci deneyimlerini bu ışıkta gören birçok kişinin görüşü budur.

Bu konuyu tartışmak bizi ilgilendirmiyor, çünkü durumun böyle olduğunu kanıtlamak için birçok kitaptan alıntı yapılabilir. Tersine, bizim ilgi alanımız sömürge toplumdaki tarih hareketinin bu yanlış anlaşılmasının temelini ortaya çıkarmaktır. Böyle bir görüşün özünde, tarihi bir toplumsal yapının üst yapısında konumlandıran ve tarihsel hareketi sınıf gelişiminden (yani toplumsal yapının maddi temelinden) ayıran bir idealizm vardır, böylece onu iktidardaki bireyin veya fraksiyonun öznel iradesine indirgemektir. Bir farklılaşmamış sınıf yapısı olarak sömürge yapının ayırt edici özelliği bu yanlış mantığın tutunmasına izin veren şeydir. Açık bir sınıf farklılaşması olan kapitalist yapıya karşı tutulduğunda, sömürge yapısı, sanki zaten oluşmuş ve tamamlanmış gibi değil, oluşum ve tamamlanmaya [kapitalist atası gibi olmaya] doğru ilerliyormuş gibi görünür. Potansiyel bir oluşum ve tamamlanma durumundaki sömürge yapısının varlığı, onu tarihsel olarak kapitalist yapıya benzer kılar -bu zaten reddettiğimiz bir şey. Böyle bir [algılanan] devlet, gelişimini kapitalist yapının gelişimini yöneten kesin, rasyonel mantıktan çıkarır ve böylece onu kapitalist yapının açması imkânsız olan yapısal olanaklara açar. Bunun nedeni, [toplumsal bir yapının] oluşum mantığının -daha önce de belirttiğimiz gibi- önceden oluşturulmuş bir yapının hareketi olan gelişme mantığından tamamen farklı olmasıdır.

Bundan şu sonuç çıkar ki olasılığın ufku, oluşumun mantığının bünyesinde açılır ve gelişim mantığının karşısında kapanır. Sömürge toplumlarının gelişimindeki “seçim özgürlüğü” fikri
bu toplumlarla ilgili kötü politik literatürde gördüğümüz gibi, buradan geliyor. Bununla birlikte, tarihsel gelişimini, hâlihazırda oluşturulmuş bir kapitalist yapınınkiyle aynı kabul etmedikçe, bu şekilde bakmak da mümkün değildir, çünkü bu, bir yapı bilgisi olarak gelişme ve tanım için standart olacaktır. Eğer varlığının koşulu kapitalist yapıya benzerliğiyse burada daha sonra nasıl bir “seçim özgürlüğünün” yani (sömürge toplumsal yapının) kapitalist olmayan[iv] bir ufka doğru gelişiminin ihtimali olabilir? Gerçek şu ki bu “seçim özgürlüğü” teorisi ve dayandığı gönüllü tarih görüşü bize bir şeyler anlatır, bu sömürgeci yapı ve onun gelişimini yöneten yasaların feci şekilde yanlış anlaşıldığıdır. Gerçekten de, sömürge ilişkisinin gerçekliği konusunda tam bir cehalet var gibi görünüyor. Marksizm’in bu değişik görünüşü dolaylı olarak “teorik” temele sahip olsa da büyük bir olasılıkla ciddi bir teorik çabanın sonucu değildir. Her şeyden çok bu ideolojik bir bakıştır. Dahası bu zorunlu olarak “Üçüncü Dünya” ülkelerini tarihin hareketinden dışlar, daha sonra kapitalist ve sosyalist “kamp” olarak adlandırılan iki ana küresel güç arasındaki varoluşsal karşılaşmayla kuşatılmaya başlar. “Üçüncü Dünya” bu iki kampın arasındaki karşılaşmayla kurulan tarihin motoru tarafından üretilen hareketten yalıtılmış olarak bu birincil tarihsel çelişkinin dışında var olur. Tarihin hareketinden bu gerçek tecrit, sanki (Üçüncü Dünya'nın) bir yol seçmemiş, ama (tuhaf) “seçim özgürlüğüne” tabiymiş gibi görünmesini sağlayan şeydir.

Bizi konumuzdan uzaklaştıracak bir tartışmaya daha fazla girmeyeceğiz. Bu çalışmadaki kaygımız sömürge toplumlarının bilinemez tarihsel yörüngesine onların özel sınıf ilişkisi ışığında analitik yaklaşımdır. Gerçek şu ki, bu belirsizlik gerçek değil, yalnızca görünüştedir. Bunun nedeni, sosyal sınıflar arasındaki ayrımcılığın, sömürge toplumundaki küçük burjuvazi olarak adlandırılan belirli bir sınıfın ekonomik ve politik lehine işlemesidir. Burjuvazi ve işçi sınıfı arasında kaldığından, küçük burjuvazi hiçbir zaman tek bir pozisyona yerleşmeden ikisi arasında bocalar. Bu politik ve ekonomik taraftaki devamlı istikrarsızlık onun sosyal pozisyonunu politik ilkelerce belirlenmeyen ya da açıklığa sahip olmayan “tereddütlü” bir sınıf olarak tanımlar.

Bu genel olarak her iki “az gelişmiş” ve “gelişmiş” küçük burjuvazi için geçerlidir. Buna rağmen bir kapitalist toplumdaki küçük burjuvaziyi onun sömürgeci toplumdaki muadilinden ayıran şey küçük burjuvazinin ilk olarak burjuvazi ve proletarya arasındaki farklılaşma hareketi tarafından bir sınıf olarak belirlenmesidir. Daha sonra buna rağmen bu toplumsal sınıflar arasında farklılaşmama hareketinin sonucudur. Daha açık koymak gerekirse, kapitalist toplumda küçük burjuvazi, burjuvazi ve proletarya olarak adlandırılan toplumun oluşturucu sınıflarının çatışmasının merkezi toplumsal hareketinin artığı ya da yan üründür. Böylece bu hareket, küçük burjuvaziyi, içinde yalnızca asalak bir büyüme (fazlalık) olarak var olduğu tarihten atar. Bu bağlamda, bu kapitalist toplumun teorik varlığında bir sapmadır. Bu perspektiften Marx, kapitalist toplum analizinde, kapitalist toplum gerçekliğini analiz etmek için uygun bir araç olarak kapitalizm kavramını ortaya koymakta haklıydı. Batı’daki küçük burjuvazi aslında bir kavram olarak kapitalizmin teorik açıklığını bulandıran, onu yararsız bir şekilde karmaşıklaştıran ve kavramın bütünleşmesini engelleyen yıkıcı, parazit bir varlıktır.

Sömürge toplumdaki küçük burjuvaziye gelince, bu tarihin hareketinin merkez noktasından farksızdır. Çünkü bu sınıf farklılaşmasının eksik olduğu bir toplumsal yapıda en farklılaşmış sınıftır. (Sömürge toplumlarda) sınıf yapısının tarihsel hareketi, eksensel dönüşe benzer ve küçük burjuvazi dönen eksendir. Bütün diğer sınıf pozisyonları bu toplumsal yapıda bu temel eksen tarafından belirlenir. Bu şemada, burjuvaziyi ve proletaryayı ayıran fark şunu çok iyi şekilde açıklığa kavuşturur, bu iki sınıfın birbirini böylesine bir sınıf çatışmasının öneminin farkındayken ciddi bir sınıf çatışmasında karşı karşıya görmesi zorlayıcıdır. Örneğin bu, kapitalist Batı’da gördüğümüzün tam tersidir. Burjuvazinin (sömürge toplumdaki) sömürgeci doğası üretim düzeyinde proletarya ile sınıfsal karşılaşmasını küçük burjuvazinin üretici sektörleriyle karşılaşmaya dönüştürür. Bu, Batı’nın ortaya koyduğu tarihsel toplumsal yapının tersine bir durumdur: Sömürge toplumda asalak sınıf burjuvazidir, küçük burjuvazi değil. Bu burjuvazi doğrudan (ya da daha doğrusu nerdeyse doğrudan) sömürgeci burjuvazinin bir sonucudur ve bu sebeple onun ortaya çıktığı anda ve onun ortaya çıkmasının etkisiyle Batı'da olduğu gibi, tarihin önde gelen bir gücü olmasını kesinlikle engelleyen yapısal bir yetersizlik içindedir.

Sömürge toplumdaki bir proletaryaya, işçi sınıfının yani sınıfsal varlığının farkında olan devrimci bağımsız sınıf olarak oluşumunun tarihsel olarak özel bir süreç olduğunu vurgulamak için bu fırsatı kullanmalıyız. Bir kapitalist toplumda, işçi sınıfının devrimci bir sınıf olarak oluşumu hâkim burjuvaziye karşı yoğun sınıf mücadelesi aracılığıyla gerçekleşir; burada sınıfsal çelişki gelişiminin süreci gibi açık ve nettir. Diğer yandan, sömürge toplumda burjuvazi ve işçi sınıfı arasındaki sınıf çelişkisi küçük burjuva tarafından belirlenen karmaşık bir çelişkidir. Toplumsal üretim düzeyinde burada işçi sınıfı ve küçük burjuvazi arasındaki karşılaşma gerçeği işçi sınıfı ve sömürgeci burjuvazi arasında temel bir çelişkinin var olduğunun aksini ispatlamaz. Aksine, daha sonraki çelişki temeldir çünkü işçi sınıfının gelişimine ve oluşumuna engel olur. Ayrıca işçi sınıfı ve küçük burjuvazi arasındaki çelişkiyi önemli biçimde belirler. İşçi sınıfı toplumsal üretim hareketi içinde küçük burjuvazinin karşısına çıktığında kendi sınıf oluşu başlar, bu daha önce söylendiği gibi işçi sınıfın oluşumuna engel olan sömürgeci burjuvazinin karşısına çıkmayı zorunlu kılar. Bu ışıkta, kapitalist toplumdaki sınıfsal çelişki sömürge toplumdakinden çok daha basit gözükmektedir. Üretim bağlamında doğrudan küçük burjuva ile karşılaşması sayesinde, (sömürge toplumdaki) işçi sınıfı sömürgeci burjuvayla ve böylece sömürgeciliğin kendisiyle sınıf savaşının zorunlu olduğunu görür. İşçi sınıfının üretim alanındaki mücadelesi bir sınıf olarak mutlak varoluşun bir mücadele olduğunu bize sınıf oluşunun aracılığıyla gösterir yani, kendinin sınıf formasyonunun tarihsel süreci bir mücadele oldukça mevcut hale gelir. Burada sömürge toplumdaki (sınıfsal) çatışmanın farklılığı uzanır.

Sömürge toplumun tarihsel başlangıcı sınıf perspektifinden daha az görülebilir böylece sömürge yapıda gördüğümüz (kendi başına) toplumsal sınıflar arasındaki farklılaşmama daha çok bu farklılaşmamanın belirgin karakteri tarafından yapılır. Sömürge sınıfsal yapıya özgü farklılaşmamayı herhangi bir farklılaşmama türünden ayrı olarak oluşturan şey kapitalist toplumsal yapıdaki belirgin sınıf farklılığının tarihsel sonucudur. Sömürge toplumsal yapısındaki özel sınıf farklılaşması hareketi, bu hareketi harekete geçiren bu yapının sömürge egemenliğine tabi kılınmasının ardından ortaya çıkmış ve gelişmiştir. Batı kapitalizminin sömürgeci gelişiminin yol açtığı kırılmanın, sömürge toplumlarında sınıf farklılaşması hareketini ileriye götüren belirleyici faktör olduğuna şüphe yoktur. Ancak, farklılaşmış iki toplumsal yapı arasındaki tahakküm ilişkisi olarak sömürge ilişkisinin varlığı, zorunlu olarak bu sınıf hareketini farklılaşmama olarak belirlemiştir. Bu ilişki bugün kapitalist ve sömürge toplumlar arasında ortaya çıkan “barış içinde bir arada yaşama” biçimini belirlemeye devam ediyor. Bundan anlaşıldığı gibi sömürge toplumlarında sınıfların farklılaşmaması, sınıf farklılaşması hareketinin gerçekleşmesi için yapısal çerçeveyi oluşturan şeydir.

Başka bir deyişle sömürge ilişkiler mevcut kaldıkça sömürge yapılardaki sınıfların farklılaşması, bu sınıf yapısı çerçevesinin farklılaşmaması nedeniyle gerçekleşemez. Böylece kendimizi, aslında tek, karmaşık bir sürecin, yani her hareketin çelişkili farklılaşma yapılarıyla birleştiği tarihsel bütünleştirme sürecinin iki yüzü olan kesinlikle ayrılmaz iki hareketin önünde buluruz. Her yapı diğerinin varlığı için asli koşuldur. İlişkileri egemenlik düzeninin içinde nedensel ve belirlenmiştir. Bunları birbirine bağlayan özel bir nedensellik türü onları birleştiren ilişkinin dışsal olarak üst üste binmesini engeller. Daha önce de dediğimiz gibi, kapitalist ve sömürge yapılar arasındaki ilişki farklılaşma hareketi aracılığıyla süren evrenselleşmeden birisidir. Gerçi ayrıca evrenselleşme hareketi aracılığıyla süren bir farklılaşma ilişkisidir de. Bu yapısal nedensellik kavramını açıklığa kavuşturarak anlamaya çalıştığımız şeydir. Bu ayrıca bizi azgelişmiş ülkelerdeki toplumsal üretimi hem yapı hem gelişim yönünden kapitalist üretimden farklılık gösteren belirgin toplumsal üretim olarak görmeye zorlayan şeydir.[v]

Bu bölümde sömürge üretim tarzına özgü üretici sınıf ilişkilerin doğasını tanımlamaya çalıştık. Şu ana kadar sömürge toplumdaki çeşitli sınıfların tanımlanması ve ilişkilerinin yapısal birliğinin gözlenmesi yoluyla bu ilişkilerin tarihsel gelişimini analiz ettik. Sömürge sınıf yapısının analizi onun tarihsel oluşunun mantığının tanımlanmasını izlemelidir. Başka bir deyişle biz şu an sömürge yapıdaki belirgin sınıf çatışmasının gelişimini tanımlamaya başlamaya girişerek sosyalist devrimin olanaklarının şartlarına odaklanmalıyız. Bu çalışmanın üçüncü bölümünde yapmaya çalıştığımız şey budur.

 

Kaynakça: Bu metin, Mehdi Amel’in “Arab Marxism and National Liberation” adlı kitabının “An Analysis of the Class Contradictions in the Colonial Mode of Production (or, an Analysis of the Relations of Production in the Colonial Social Structure)” (ss. 55-83) başlıklı makalesinin çevirisidir. BEP Çeviri Ekibi tarafından çevirilerek redakte edilmiştir.



[i] Sömürgeci burjuva tüketiminin üretken doğasının aksine.

[ii] Burada okuyucuya sınıf ikamesinin mekanik anlamda anlaşılmaması gerektiğini belirtmek istiyoruz. Yer değiştirme hareketi, aslında diğer sınıfın yerini alan sınıfın gelişme ve aslında oluşum hareketidir. Bu ikame gerçekleşmeden önce toplumsal yapıda olmayan sınıf ikamesi yoluyla yeni çelişkilerin üretilmesi mümkündür. Ancak bu yeni çelişkilerin varlığı toplumsal yapıyı kökten etkilemez. Başka bir deyişle, yeni bir toplumsal yapıya geçiş yoluyla ortaya çıkan türden bir devrimci değişim meydana getirmez. Dolayısıyla bunlar, mevcut toplumsal yapının kendi içindeki yeni çelişkilerdir. Bu, özellikle küçük burjuvazinin, örneğin Mısır'da meydana gelen bir süreçte, bir yönetici sınıf olarak sömürge burjuvazisini ikame etmesinde açıktır. Bu noktaya daha sonra tekrar döneceğiz.

[iii] Abdullah el-Alayli, sosyalizme sempati duyan, yirminci yüzyılın önde gelen Arap-İslamcılarındandı.

[iv] "Kapitalist olmayan gelişme" ifadesi bilimsel bir ifade değildir. Bunun nedeni, ima ettiği toplumsal yapıyı olumlu bir şekilde tanımlamamasıdır. Daha ziyade, tanımladığı yapının gerçekliğini ortaya çıkarmayan olumsuz bir tanımdır. Başka bir deyişle, yapıyı kendinde olduğundan çok, olamayacağı şeyle tanımlar. Örneğin Mısır'ın -ya da Cezayir'in ya da Suriye'nin- "kapitalist olmayan kalkınma" yolunda ilerlediğini söylediğimizde, onların gelişimini olumsuz bir şekilde tanımlıyor ve bunun kapitalist olmadığını ifade ediyoruz. Bu doğru olmakla birlikte, bu kapitalist olmayan "toplumsal gelişmenin" doğasını tanımsız bırakıyoruz. Bir terim olarak, "kapitalist olmayan gelişme", bu nedenle, birçok insan için bu şekilde yankılansa bile, "sosyalist gelişme" terimiyle aynı değildir. "Kapitalist olmayan gelişme" ifadesi, "teorik" düşüncenin belirli ülkelerdeki toplumsal üretimin yapısını tanımlamadaki yetersizliğinin bir işaretidir. Bu ifadede, özellikle, bu [hala tanımlanmamış] üretken yapının, tıpkı bir sosyalist olmadığı gibi kapitalist olmadığı açıktır. Her şeyden çok, çalışmamız bu toplumsal üretim yapısına olumlu bir tanım getirme girişimidir.

[v] 'Sömürge toplumları' dediğimiz toplumlarda (yani 'azgelişmiş ülkelerde') toplumsal üretimi, yapısal olarak Batı ülkelerindeki toplumsal üretime benzeyen kapitalist üretim olarak görmek isteyenler, şunu unutmuşlardır: kapitalist üretimi, onu önceki tüm toplumsal üretim biçimlerinden ayıran temel özelliği, Lenin'in dediği gibi, sınırsız genişlemeye yönelik eğilimidir. Kapitalizmin sömürge aşamasının gerekliliği, kapitalist üretimin gelişiminin bu ayırt edici içsel mantığında yatmaktadır. Sömürgecilik, kapitalist üretimin gelişimine içkindir. Sömürge üretimi hakkında böyle bir şey söylenemez. Ne tür bir mantık bizi bu üretimi kapitalist olarak yargılamaya yönlendirebilir? Sömürge üretiminin kapitalist bir gelişme aşamasına ulaşmasının imkânsızlığını not etmek yeterli değil mi? Tek başına bu bile bizi sömürgeci üretime hem yapısı hem de gelişimi açısından kapitalist üretimden farklı olarak bakmaya teşvik etmelidir.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Erkek nedir? - Atakan Mahir

Rojava'da Devrim ve Demokratik Komünal Ekonomi - Ferîk Özgür

Devrim ve Kooperatifler: Rojava Ekonomi Komitesi'yle geçirdiğim zaman üzerine düşünceler (I) - Rojava Enternasyonalist Komünü