Devlet-PKK çatışmasında Türk paramiliterleri - Ayhan Işık

  Ayhan Işık [i] Özet Bu makale, Türk devletinin paramiliter örgütlerinin zaman içindeki dönüşümüne ve bu örgütlerin muhaliflere, özellikle Kürtlere, karşı “kullanışlı” bir araç olarak nasıl kullanıldığına odaklanmaktadır. Paramiliter gruplar, yaklaşık kırk yıldır devam eden Türk devleti ve PKK arasındaki çatışmaların ana aktörlerinden biridir. Bu gruplar, 1980’den beri, özellikle savaşın yoğun olduğu zamanlarda bazen yardımcı kuvvet olarak, bazen de ölüm timlerine dönüşerek, PKK’yi desteklediği düşünülen Kürt sivillere karşı faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve yargısız infazlarda resmi ordu güçlerinin yanında  kullanılmışlardır. Yazıda, Türk devlet elitlerinin bu aparatı yalnızca iç siyasette değil, Orta Doğu’da ve Kafkasya’daki çatışmalarda kullandığını hatta devletin bu paramiliter geleneğini Batı Avrupa’ya kadar genişlettiğini tartışacağım. Paramiliter Örgütlerin Oluşumu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana yüz yıldan fazla bir zamandır, farklı Kürt siyasal hareke

Apocu ideolojide kültür, sanat ve dil üzerine - Zerya Delîl

 Röportaj: Zerya Delîl

 

Zindan ezilen halklar için daima bir akademi rolü üstlenmiştir. Sürdürdüğü mücadelesi ve direnişi bağlamında zindanlar, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde de böyle bir işlev ve misyonu barındırır. Bu akademide edebiyat ve sanat çalışmalarının yanı sıra teorik ve felsefi çalışmalarda ortaya konulur. Bütün bilim alanlarında -özellikle sosyoloji- genel ve bireysel çalışmalar sürdürülüyor. Mehmet Ümit ve Uğur Ataman da iki arkadaş olarak böyle çalışmalar içinde rol alıyorlar. Zindanda kültür, tarih, dil gibi alanlarda belirli çalışmalar gerçekleştirdiler ve yakın dönemlerde de kültür konusunda bir çalışma yürüttüler. Çalışmalarını zindandaki diğer arkadaşlarıyla paylaştılar. Biz de Mazlum Doğan Akademisi'nin bir kolu olarak çalışmaları ve özellikle de ortaya koydukları son çalışma üzerine Mehmet Ümit ve Uğur Ataman'la bir sohbet gerçekleştirdik.

 

Öncelikle kültür kavramından başlayabiliriz. 1952 yılında Amerikalı antropologlar (Alfred Kroeber ve Clyde Kluckhohn) yaptıkları araştırma sonucunda 164 farklı kültür tanımını ortaya çıkardılar. O tarihten bugüne bu tanımların sayısında değişiklik var mıdır bilemiyoruz. Önderlik, kültürü "anlam ve yapıların bütünü" olarak tanımlıyor. Sizce kültür kavramından ne anlamalıyız?

Mehmet Ümit: Kuşkusuz, kültür kavramına ilişkin birçok farklı tanım mevcuttu;, sayıca da oldukça çoklar. Lakin bugün kalkıp biraz kitap karıştırırsanız birçok farklı tanıma daha kolayca denk gelebilirsiniz. Sanırsınız ki herkes kendi fikir ve bilinç dünyasından yola çıkarak kültüre kendince bir anlam üretmiş. Ancak asıl ilginç olan, kültür ve medeniyet kavramları uzun bir süre aynı anlamda kullanıldı. Halbuki iki kavram arasında hem anlam hem yapı olarak dağlar kadar fark var ve bu iki kavram tarihsel anlamda da sık sık karşı karşıya gelmişlerdir. Bu nedenle bu tür bir kullanım her şeyden önce kültürel gerçekliğin dışındadır. Özellikle kültüre dair tanımların bu kadar  artmasıyla beraber bu kavram form ve içerik noktasında da tam olarak açıklığa kavuşturalamamıştır. Bu durum her ne kadar bir kavram kargaşasına sebep olsa da; biz, eksiksiz ve tatmin edici bir tanımla bu çelişkiden kurtulabileceğimize inanıyoruz. Çünkü kültür kavramı da tarihsel-toplumsal varlığı ile en az siyaset, din, dil, ekonomi vb. kavramlar kadar toplumsal bir kavramdır. Genel olarak toplumun maddi ve manevi dünyasını ifade eder. Ayrıca kültür kavramının çıkış noktası yeterince açıktır. Kültür kavramının kökenine bakıldığında "tarım toplumu"nun tarihsel gerçekliği ile karşılaşılır. Kavram "ekim" sözcüğünden türetilmiştir. Bu önemli gerçeği gözden kaçırmamak gerek çünkü kültür kavramı bu gerçekle tarihselleşmiştir. Kültür, bize insan toplumsallaşmasının tüm özelliklerini gösterir. Bu kavram üzerine derin ve kapsamlı düşünmek gerek; çünkü kültür hep var olan, belirleyiciliğini ve geçerliliğini devam ettirecek olan toplumsal olgulardan biridir.

Gerçekten de kültür, çok derin ve geniş anlamları olan kavramlardan biri. Bilindiği gibi kültür kavramına karşılık Hint-Avrupa dillerinden olan Fransızcada "culture" , Almancada "kultur", İtalyancada "cultura" ve İngilizcede "culture" ifadeleri kullanılır. Bunların hepsi "ekim" (zirai ekim)  anlamına gelen ‘cultura’  kelimesinden türetilmiştir. Aynı şey kırsal devrimin, tarımın ve hayvancılığın dili olarak kabul edebileceğimiz Kürtçe için belki daha da geçerlidir. Daha açık bir ifadeyle; Kürtçede kültür kavramı "ekme, ekim, tarım" anlamına gelen "çand" sözcüğüne denk düşüyor.  Tek başına bu gerçek bile bizi kültür kavramının daha doğru bir tanımına yaklaştırıyor. Dolayısıyla kültürün, tarımla doğrudan ilişkili olduğunu söylemeliyiz. Tarımın ilk kez neolitik dönemde ortaya çıkması, bize kültürün tarihsel temelinin de o döneme dayandığını gösterir. Özce; kültür kavramına tarihsel bir pencereden bakarsak, kökenlerinin Neolitik döneme kadar uzandığını görürüz. Bize göre meselenin aslı aşağı yukarı bu şekildedir.

Bilindiği gibi tüm kültürel değerler toplumun kalbi ve ruhundan doğmuştur. Dolayısıyla insanın kültürel bir varlık olduğunu kabul etmek gerek. Sosyal bir varlık olarak insan anlamsal ve yapısal varoluşunu maddi ve manevi kültür aracılığıyla tamamlamıştır. Çünkü kültür de diğer tüm olgular gibi insan toplumu için düşünsel bir faaliyettir. Bu yüzden toplumun tüm maddi ve manevi üretimlerini kültüre dahil olarak tanımlayabiliriz. Nasıl ki toplumdan bağımsız olarak insanın dilsel ve düşünsel gelişiminden bahsedemiyorsak aynı şekilde toplumsuz bir kültür oluşumundan da söz edilemez. Çünkü kültüre içkin her üretim mutlaka toplumsal varoluşla bağlantılıdır. Ayrıca bu durum, kültürün hem maddi hem de manevi olarak toplumsal yaratımla ilişkili olduğunu gösterir. Bunu toplumun ortak emeği olarak da değerlendirebiliriz. Tam da bu yüzden kültür toplumlar için en yüksek değere sahiptir çünkü, en temel toplumsal ihtiyaçtır. Hiçbir olgunun toplumsal/kolektif üretimi kültür kadar açık ve doğrudan gösteremeyeceğini söylüyoruz. Çünkü maddi ve manevi kültür olarak tanımlanan tüm toplumsal değerler, tarihsel süreç içinde toplum tarafından kolektif şekilde yaratılmıştır. Bu aynı zamanda kültürü tarihsel süreç içerisinde oluşturulmuş maddi ve manevi toplumsal değerlerin bütünü olarak tanımlamamıza da olanak tanır.

Doğrudur, Önderlik kültürü "insan toplumunun tarih boyunca ortaya koyduğu anlam ve yapıların bütünü" olarak tanımlıyor. Bu tanım, kültür kavramının derinliği ve kapsamını anlamamıza yardımcı oluyor. Çünkü kültür, toplumsal bir olgu olarak yalnızca maddi değerleri içermez; belki de daha çok toplumun manevi varlığına atıfta bulunur. Çünkü insan toplumu sadece maddi kültürden ibaret değildir; en az onun kadar toplumsal anlam ya da toplumsal hafıza, inanç ve toplumsal bilinç dünyasından da müteşekkildir. İnsanlardan başka hiçbir canlının toplumsal bir manevi dünyası yoktur. Bu nedenle kültürün, insan toplumunun ortaya koyduğu anlam ve yapıların bütünü olarak görülmesi önemlidir. Nasıl ki kültürü etik, bilinç, sanat, bilim, politika vb. manevi dünyanın unsurlarından azade bir değerlendirmeye tâbi tutamıyorsak, aynı şekilde endüstri, üretim araçları, her türlü gereç, kurum, yapı vb. maddi dünyanın unsurlarından da bağımsız değerlendirmeyiz. Kültürü daha dar anlamda siyaset, bilim, felsefe, din, maneviyat, inanç ve ahlaki değerler gibi bir dizi insana özgü değerlerin toplamı olarak tanımlayabiliriz. Buna maddi kültürün tüm unsurlarını eklediğimizde, kültürün daha geniş anlamını elde ederiz. O halde yapılacak en doğru şey kültürü bu şekilde değerlendirmektir. Eğer kültürü tüm toplumsal değerlerin bütünü olarak ele alırsak, o zaman kültüre dair farkındalığımız daha doğru bir yerde temellenmiş olur. Kısacası tüm kültürel, ideolojik ve maddi deneyimler doğrudan insanlık tarafından oluşturulmuş ve böylece toplumsal hakikat ortaya çıkmıştır. Toplum, sözünü ettiğimiz bu ideolojik ve maddi kültür birliği bağlamında ele alınmalıdır. Çünkü kültür, kolektif toplumsal bilincin gücüyle doğrudan ilişkilidir.

Uğur Ataman: Mehmet arkadaş tarihin anlamı ve kültür tanımlarına dikkat çekti, söylediklerine katılıyorum. Ben de kültür kavramının tanımı üzerine kısaca şunu söyleyeceğim; kültür toplumun yaşam biçimidir ve toplumdan bağımsız bir şekilde tanımlanamaz. Bilindiği gibi birçok toplum biçimlerine dair çok fazla bakış açısı vardır. Felsefe, bilim ve sanatın yanında dil, inanç, toplumsal ilişkiler, birey, ekonomi vb. de  toplumda karşılığını bulur ve bu saydıklarımızın tamamı da kültür çatısı altında varlıklarını gerçekleştirir, sürdürür. Bu bakış açılarının "neliği ve nasıllığı" birey ve toplumların kültürünü de yansıtır. Başka bir deyişle, kültürün tanımı için insanın algı ve eylemlerin bütünü denebilir. Bu gerçeklik daha insan yaşamının başlangıcında kendini üretir. Henüz doğan bir bebeği annesinden önce kültürün kucakladığını söylemek mümkün. Bu gerçeklik bireyin yaşamını başlangıcından sonuna kadar etkiler, hatta belirler. Çünkü kültür bilinçlidir; insanın bedensel ve ruhsal varlığının göstergesidir.

Kültür toplum ve üretim olmadan tanımlanamaz. Çünkü toplumsallaşma ve tarımla birlikte benimsenen yaşama biçimi de kültür sayesinde kalıcılaşır, büyür ve yayılır. Kültür kavramı tarımla bağlantılı olarak tanımlandığında dikkatimizi çeken ilk şey, bu sürecin insanlığın süren serüveninde nasıl dönüşümler meydana getirdiğidir! İnsan yaratılış, üretim, yerleşiklik, evcilleştirme, teknik vb. kavramlar üzerine yoğunlaşırsa, bunların insan ve yaşamla olan ilişkisini algılarsa, o zaman kültürün hem tanımı hem de anlam ve önemi ortaya çıkacaktır.

Bazı detaylara girelim… Tarım, insana düşünmenin gücünden daha çok faydalanmayı dayatır. Bilindiği gibi, insanın en belirgin özelliği düşünme ve akıl yürütme özelliğidir. Halihazırda insanlaşmamız diğer birçok şeyin yanında düşünebilme kabiliyetimizle de ilişkilidir. Atalarımızın da dediği gibi "İnsan ne kadar çok düşünürse o kadar az kaybeder; ne kadar az düşünürse o kadar çok kaybeder." Tarım yapabilmek için düşüncenin gücü önemliyse, insanı her yönden insan yapan şeyin kültür olduğu rahatlıkla söylenebilir. İnsan, insan olmanın değer ve ayrıcalıklarına kültürle erişir. Bu süreçle (tarım/ekim süreci) insan artık doğaya ve yaşama karşı kendi sözünü üretmeye başlar. Yeni yol ve yöntemler geliştirir. Tarım yapabilmek için ne gerekli? Basit düşünelim. Bir şeyler ekebilmek için her şeyden önce toprağa ihtiyaç var. Daha sonra tohuma ihtiyaç var. Keza toprağı ve tohumu tanıyıp bilmek de gerekli. Bunlar da yetmez, çünkü tarım sabır ve zaman gerektiren bir olgudur. Böylece göçebe yaşam terk edilir ve eğer belirli bir nüfus varsa yerleşim yerleri inşa edilerek yerleşik yaşama geçilir. Tarım için doğanın ve  suyun kullanımının yanı sıra mevsimlerin ve iklimlerin gözlemlenmesi ve hesaplanması da çok önemli bir koşuldur. Bunlar yapıldıktan sonra araçlara ihtiyaç duyulur. Çünkü tarım aletsiz yapılamaz. Değirmen, çapa, çanak/çömlek, kürek, iğ vb. icat edilir. Ürünlerin toplanması, derlenmesi ve kullanılmasında yardıma, işbirliğine ve işbölümüne ihtiyaç duyulur ve bu ihtiyaç da giderilir. Ürün, insanların hem karnını doyurur hem de onları birçok zorluktan kurtarır. Öte yandan hayvanlar da evcilleştirilir. Böylece insanlar için daha farklı ve daha önemli bir gündem belirir. İnsanlığın tüm zamanı ve emeği artık toplama ve avlanma için harcanmamaktadır. Yine önemli bir nokta da, tüm bu ürün ve eserlerin adlandırılması gerekliliğidir. Bu da dil, düşünce ve gelişmişlik ilişkisini gösterir. Daha sonra toplum, tohumlarını attıkları bu yeni yaşam biçiminin dönütlerini kutsar, çünkü tarım ve toplumsallaşmayla yaşamları çok daha iyi, değerli ve anlamlı hale gelir. Hem maddi hem manevi bir doyuma ulaşırlar. Günümüzde kaç kişi veya toplum maddi ve manevi tatminini bir arada yaşayabiliyor ki?

Sıradan gibi görünebilir ama bu yeni hayatın gelişiminde çok farklı tatlar ve zevkler var. Bununla birlikte kültür kavramının içini dolduran en önemli nokta şudur ki; sözünü ettiğimiz bu yeni yaşam bilinci oluşturuyor. İşte bu toplumsal bilinç, toplumun devamlılığının temeli ve yaratıcısıdır. Kültür-tarım, insanların ve toplulukların varlığını kutsamıştır. Çünkü insanlar tüketim durumundan üretim durumuna geçiyor! Üretim ne ile ilişkilidir? Üretim yaratıcılıkla ilişkilidir. İnsanlık uzun soluklu tarihinde, yaratıcılığın en yüksek niteliğini Tanrı'ya bahşetmiş ve bunu her zaman onun kutsallığının temeli olarak görmüştür. Yani o dönemin insanları üretim ve yaratıcılıklarını geliştirdiklerinde kendi kutsallıklarının da farkına vardılar. Bu yüzden biz diyoruz ki kültür tam anlamıyla insan ve toplumların varoluşunu kutsal görür ve ona değer atfeder. Bu gerçeklik sayesinde rahatlıkla insan ve insanlık kültürsüz ve toplumsuz yaşayamaz, yaşarsalar bile kutsallaşamazlar; birbirini tüketen iki kurt olacaklar. İnsan insanlığı, insanlık da insanı tüketecek.

Son olarak bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bilindiği gibi tarihte uygarlık sisteminin Sümerlerle başlatıldığı bilinmektedir ve aynı zamanda Sümer öncesi dönem "barbarlık", "ahlaksızlık" ve "geri kalmışlık" dönemi olarak tanıtılır. Elbette gerçeğin bu şekilde çarpıtılmasının birçok nedeni var ama şu anda bu sohbetin konusu bu değil. Dikkatinizi çekmek istediğim şey, Mehmet arkadaşımın da belirttiği gibi, uygarlık ve kültürü tanımlarken 'hatalı' bir eşanlamlılık çıkarmışlar ortaya. Ama bu hata bilinçli olarak yapılmıştır. Neden? Çünkü kültür, insanlar ve toplumlar için en önemli, en temel ve en hayati şeydir. Bu nedenle, merkezi uygarlık (hırsızlık ve aldatma örgütü) Neolitik toplumun bu hazinelerine el koymuş ve hayati yeteneklerini -uygarlıktan binlerce yıl önce yaratılmış ve sistematize edilmiş- kendine mal etmiştir. Toplumun ortak hazineleri üzerinden egemenliğini ve sömürgeciliğini inşa etmek istemiştir. Ancak hem gerçekler ışığında ortaya çıkan veriler hem de son araştırmalar ve aynı zamanda sistem dışı görüşler –bu da kültürün özelliklerinden biridir-, insanların bu aldatmacadan kurtulmalarına ve kültürün hakikatini anlamalarına olanak sağlamaktadır. Bugün, tarihin yazıyla başlamadığını da, kültürün merkezi uygarlıkla başlamadığını da çok iyi biliyoruz. Kültür-tarım tarihi toplumsallaşma ile başlar; bu tarih hem zaman (en az 12 bin yıl) hem de konum (Yukarı Mezopotamya-Kürdistan) itibariyle merkezi (Sümer) uygarlıktan çok ayrıdır. Kültürün eşsiz bir hazine olduğunu ve toplumların maddi ve manevi yaşamında temel bir olgu olduğunu söyledik. Bu hazineyi yaratan, geliştiren ve yaşatan, maddi olarak güçlenir; yöntem, araç ve fikirlere sahip olur ve aynı zamanda manevi açıdan kutsal, öncü kabul edilir ve de arzulanır. Zira kültür ve uygarlık tanımında çok "bilinçli bir hata" yapılmıştır ve bu özellikle sürdürülmüştür. Çünkü merkezi uygarlık, kültürün önemini toplum kadar bilir ve bunu kendi çıkarları için kullanır.

 

Görünüşe göre heybenizi doldurduğunuz ve söyleyecek çok sözünüzün olduğu açık. Soruyu sorduğuma pişman ettiniz beni. Şimdi diğer sorum için tereddüt ediyorum. Neyse, yine de soracağım. Ama lütfen daha kısa yanıtlayın. Sonra hakkımızda "Apocular çok uzun konuşuyor" diyorlar. Toplumun varlığı, yaşamı ve inşasında başka bir deyişle toplumun kimliğinde kültür neden bu kadar önemlidir?

M.Ü : (Gülüyor) Her nedense biz Kürtler birçok şeyi az sözle ifade edemiyoruz. Bu yüzden her zaman uzun anlatımlara ihtiyaç duyarız. Bunu sömürge etkilerinin bir sonucu olarak da görebiliriz.

Gerçekten de kültür, bir toplumun oluşumunda, yaşamında ve kendi kendine yeterliliğinde diğer bütün olgulardan öncelikli bir rol oynamaktadır. Başka bir deyişle kültür, her iki boyutuyla da toplumun oluşumunda belirleyici bir rol oynamaktadır. Tüm kültürel özelliklerini yitirmiş bir toplum için herhangi bir toplumsal yapıdan da söz edilemez. Kültür insan toplumunun benzersiz bir ürünü olmasına rağmen, toplumun kendisinin dahi kültürel bir yaratımdır diyebiliriz. Kültürü yalnızca önemli ve faydalı bir toplumsal olgu olarak kabul etmek mümkün değildir; Çünkü insanı insan yapan tüm özellikler kültürle doğrudan ilişkilidir. Özellikle kültür ve kimlik arasındaki ilişki asla göz ardı edilemez. Çünkü kimlik, bir toplumun tüm temel kültürel özelliklerini içinde barındırır veya onların en zarif ifadesidir. Önderliğin dediği gibi, "belirli bir toplum, yeterli düzeyde kurumsallaşır ve yeterli anlam düzeyine ulaşırsa varlık olarak kimlik sahibi olabilir ve adlandırılabilir." Bu aynı zamanda her toplumun kimliğini kültürüyle tanımladığını da gösterir. Sahiden de; hangi kültüre ait olduğumuzu bilemeden kimliğimizi bilemeyiz. Kısaca bir toplumu tanımlayan tüm kültürel özellikler kimlik olarak değerlendirilebilir. Kuşkusuz  hiçbir toplum da kültürel kimliği olmadan ne özgürce yaşayabilir, ne varlığını sürdürebilir, ne de ahlaki ve politik toplum düzeyine ulaşabilir. Çünkü kültür, başından beri kimliğin en güvenilir sığınağı olmuştur. Kısacası, kimliğin korunması/savunulması asla olağan bir şey olarak görülmemelidir.

 

U.A: Hiç merak etmeyin çünkü Mehmet arkadaş artık daha dikkatli olacaktır. (Gülüyor.) Yanıta gelecek olursak; Kültürün kendisi, tarihten günümüze bireylerin, halkların ve toplumların kimliğini tanımlayan şeydir. İnsanlar kültürü yaratır, kültür insanları yaratır. Toplumlar kültürü oluşturup kültürün oluşturduğu değerler etrafında toplanıp yaşamlarını sürdürmeye başladıktan sonra bu yaşam biçimleri kimliklerimize dönüşür. Yeryüzünde bu kadar çok kimlik olmasının nedeni budur. Dilin kültürel bir fenomen olduğunu söylüyoruz ama aynı zamanda kimliğin en güçlü ifadesidir de. Kürtçe, İngilizce ya da İbranice konuştuğumuzu gören kişi kimliğimizi de görmüş olacaktır. Zaten bize "Kimsin?" diye sorulduğunda kimliğimizi, kültürel değerlerimizi sıralayıp cevap veririz. Varlığımız ve kimliğimiz kültürle mümkündür. Hiç konuşmasak bile giyim kuşamımıza, eylemlerimize bakılarak kimliğimiz anlaşılabilir. Örneğin yöresel kıyafetlerle govend (halay) oynayan birilerini görürsek onların Botan bölgesindeki Kürtler olduğunu anlarız; eğer govend Şêxani ise Şırnaklılar veya Hakkarililer olduğunu biliriz. Ama bir Kürt Çiftetelli ya da Zeybek oynarsa Türk sanılır. Bu tüm kimlikler ve kültürler için geçerlidir.

 

Kültürün korunmasında, geliştirilmesinde ve öğretilmesinde sanatın rolü nedir?

M.Ü: Nasıl ki kültürün ortaya çıkışını toplumdan bağımsız düşünemiyorsak, aynı şekilde toplum olmadan bir disiplin olarak sanatın gelişimini de duyumsayamaz. Başka bir deyişle, toplum sanatın birincil kaynağıdır. Her sanat eseri aynı zamanda toplumsallaşma ile yaratılmıştır. Önderliğin ifade ettiği gibi "sanat insanı yaratma eylemidir." Bu aynı zamanda insanların sanat yoluyla hem kendilerini hem de toplumsal yaşamı yaratmaları anlamına gelir. Sanatın toplumsal yaşam üzerinde her zaman kalıcı bir etkisi olmuştur. Çünkü sanat insana anlamı yoğun duygu ve düşünceler kazandırır. Bu nedenle toplum, en başından beri sanatı yaşamsal bir toplumsal ihtiyaç olarak kabul etmiştir. Ancak sanatın görevi sadece bununla sınırlı değildir. Sanat ayrıca köklü toplumsal değişimlerde belirleyici bir rol de oynar. Toplumsal gelişmelere veya toplumsal devrimlere ustaca zemin hazırlar. Öte yandan sanatın da kültürü koruma görevi vardır. Özellikle günümüzde Kapitalist Modernite bir canavar gibi kültürel topluluk ve farklılıkları birer birer yutmaktadır. Öte yandan birçok halk kendi kültürünü sanat ya da sanatın dalları aracılığıyla -müzik, edebiyat, sinema, tiyatro sanatları vb.- yaşatarak daha da ileriye götürmeye ve yeni nesillere aktarmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla sanat kültürel kimlik için temel bir unsurdur. Başka bir deyişle, ezilen halklar diğer unsurlarla birlikte kültürel varlıklarının bilincine sanat aracılığıyla ulaşırlar. Sanatı kültürün bir unsuru ve önemli bir parçası olarak görmek gerçekçi olandır. Kısaca ifade etmek gerekirse bir toplumun sanatsal ürünleri, kültürünün tüm renklerini yansıtmalıdır. Kürtlerin kültürlerini daha çok müzikle koruduğunu görüyoruz. Özellikle dengbêjlik çok önemli bir role sahiptir. Bir şarkıdan Kürt kültürü ve tarihine ilişkin çok şey öğrenebiliyoruz.

 

U.A: Nasıl ki sanat kendi içinde bir toplumun bilincini barındırıyorsa, aynı şekilde toplumsal bilinci de en güzel şekilde topluma geri döndürür ve onu en güzel duygu ve düşüncelerle tarihe mal eder. Sanat, gücüyle hakikati dile getirir ve toplum için kutsal değerlerin neler olduğuna işaret eder. Bu değerleri bilincimizde diri tutarak toplumun esaslarına ve deneyimlerine dikkat çeker. Peki sanatımız kültürümüzün ve toplumumuzun her şeyini koruyacak mıdır? Kesinlikle hayır. Çünkü kültürümüz yüzlerce yıldır kuşatma ve yıkım altında ve toplumumuza ve kültürümüze ait olmayan birçok şeyi kendi kültürümüz gibi yaşıyoruz. Önderlik  "sanat kimliktir" diyor. O halde bu kimlik tekil veya evrensel değil, kendi kültürümüzden doğan kimliğimiz olmalıdır. Burada sanatımızın ölçeği bellidir; sanatımız özgür ve eşit bir kültür ve toplum gerçeğine dayanmalıdır. Buna göre form ile müessiriyet arasında tutarlı ve estetik bir ilişki olmalıdır. Doğru ve güzel olmalı. Sanatımız toplumu geriye iten bir kültür göstermemelidir. Kültürün sanat yoluyla korunup geliştirilmesi, özgür bir toplum ve yaşama dayalı olacaktır. Çünkü önderlik  "sanat insanı yaratma eylemidir" der. Kuşkusuz burada etik ve estetik sahibi özgür bir insandan bahsediliyor.

 

Dil, kültürün dar bir tanımı gibidir. Ortak anlamların yayılmasında ve dolaşımında önemli bir yere sahiptir. Bu aynı zamanda ortak duygulara giden yolu da açıyor. Ancak kültürümüz ve dilimiz popüler kültürün bombardımanı altında. Kültürel alanda nasıl bir direniş gerek? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

M.Ü: Kültürün hayati önemine daha önce işaret etmiştik. Gerçekten de Kürt ulusu oldukça kadim bir kültüre ve dile sahip. Ama özellikle son yüz yılda Kürt kültürü ve dili birçok trajedi yaşad. Çağdaş mücadelenin gelişmesi Kürt kültürü ve dilinin yok olmasını engellemiş olsa da büyük tehlike henüz tam olarak önlenebilmiş değil. Kürt kültürü ve diline yönelik tehdit azalmış değil. Ancak Kürtlerin varlıklarını en eski zamanlardan bugüne dek kültürel karakterleriyle sürdürdüklerini söyleyebilirim. Bu gerçeklik muhtemelen en çok da günümüz için geçerli. Çünkü popüler kültür, iletişim araçları aracılığıyla tüm toplumsal değerlerin, şarkıların, kıyafetlerin, toplumsal örf ve adetlerin, halk müziğinin, diğer sanat eserlerinin vb. anlamını ve içeriğini boşaltır, piyasada bir meta olarak satar ve böylece kültürel toplumun karakterini dönüştürür. Bunun için başta dil olmak üzere Kürt kültürünün bütün öğelerinin popüler kültüre karşı korunması gerekir. Çünkü popüler kültür, Kürt kültürünün öğelerini çiğ bir moda gibi kullanıyor. Dönemin koşullarına göre onları yeniden üretip piyasaya satıyor. Bir ulus için en büyük yıkım, kültürünün piyasada meta olarak satılmasıdır. Bu duruma toplumsal bir bilinçle karşı çıkmak gerekliliktir. Bu da ancak kültürel direnişle mümkündür. Bana göre köklü çözüm budur.

 

U.A: Koruyabilmek için bilgi ve irade sahibi olmak gerekir. Ama ondan önce, insan ya koruduğu şeyi kendisine ait görmeli ya da o şeyi korumayı kendini korumakla bir tutmalı. Zira insanlığımız ve kimliğimiz çeşitliliğimizden doğar. Çeşitliliğimiz de kültürümüzden doğar. Önderlik "her varlık bir yabancı tarafından görülmek ister" diyor. Bu doğru ve önemli bir gözlemdir. İnsanlar çeşitliliklerini, kültürlerini ve kimliklerini korurlarsa değerli bir varlık olarak görüleceklerdir. Çünkü popüler kültürün amacı tüm çeşitliliği ortadan kaldırarak tek bir tip ve profil oluşturmaktır. Bununla amaçlanan da çıkarlar ve maddi pazardır. Artık herkes aynı dili konuşuyor, aynı şeyleri beğeniyor, aynı şeyleri istiyor. İnsan artık tabiatından ve iradesinden uzaklaşmakta ve hayatını kendisine ait olmayan bazı tezahürlere göre şekillendirmektedir. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki; kırmızı çiçeklerle dolu bir çiçek bahçesinde yalnızca bir sarı çiçek varsa tüm dikkatleri o sarı çiçek çeker. Çünkü o gül bahçesinde farklı olan ve herkesinkinden başka bir kimliğe sahip olan çiçek sarı çiçektir. Aynı şey kültürler ve diller için de geçerlidir. Bugün dünyanın bütün kültürleri popüler kültür bombardımanı altındadır. Herkesin tek tip olması dayatılıyor. Gerçek olan şu ki; bu ölümün ta kendisidir. Zira artık sen yoksun, başka birisin. Bu anlamda kişisel varlığımız için bile olsa kültürümüzü ve dilimizi yaşamalı ve korumalıyız. Aksi halde varlığımızın anlamı, çeşitliliği ve güzelliği kalmayacak. Bir bireyin hayatının anlamı, onun değerlerinin ifadesidir. Anlam da değerlerle ilintilidir. Spinoza, "ışık hem kendisinin hem de karanlığın varlığını ortaya çıkarır" diyor.  Kültürümüze-ışığımıza sahip çıkarsak popüler kültürün karanlığını ve aldatmacasını da görürüz.

 

Zindanda kültür ve sanat alanında çalışmalar yürütüyorsunuz. Bu konuya eğiliyor ve tartışmalar yürütüyorsunuz. Son çalışmanız ve tartışmalarınız hakkında neler söyleyebilirsiniz? Tartışmalarda hangi fikirler ortaya çıktı? Kısaca paylaşabilir misiniz?

M.Ü: Biz bu çalışmada kültür ve sanata dair kavramlar üzerinde durduk. Ancak bu çalışmanın bir grup arkadaşın katılımıyla gerçekleşebildiğini söylemeliyiz. Bu nedenle sorularınıza verdiğimiz yanıtlar, çalışmalarımıza katılan tüm arkadaşların görüşlerinin toplamı olarak görülmeli. Biz de bu sohbet sayesinde arkadaşlarımızın ortak düşüncelerini sizlerle paylaşmaya çalıştık. Aslında her iki kavram da büyük önem taşıyordu. Bu nedenle her iki kavram da tüm yönleriyle -tanımları, tarihleri, diğer fenomenlerle ilişkileri, kavramların temel özellikleri- kapsamlı bir şekilde değerlendirildi. Özetle kavramlar üzerine bilgi ve yeterliliğimizi arttırmaya çalıştık ki böylece Kürtlerin kültürel hakikatine erişebilelim.

 

 U.A: Bir teknoloji çağında yaşıyoruz. Teknoloji ve internet aracılığıyla herkes kültürü, sanatı ve tarihi hakkında birçok bilgi toplayabilir. Bu klişe bir cevap gibi görülebilir ama tartışmalarımızda bu konuya da değinildi. Günümüzde halkımızın her bir bireyi teknolojik imkanlardan çok kolay yararlanabilmektedir. Herkesin gelişmiş telefonları ve bilgisayarları var. Günümüzde birçok insan günün büyük bir bölümünü bu araçları kullanarak geçiriyor. Öyleyse insanlar bu zaman ve imkanı da iyi değerlendirmeli. Boş ve faydasız şeyleri saatlerce izleyip dinlemek ve zamanımızı boşa harcamak yerine kültürümüz ve sanatımız hakkında da biraz araştırma yapabilmeli ve istekli olmalıyız. Çünkü kültürümüz ve kimliğimiz keşfedilmeye değer. İnsan kendine şu soruyu sorarak başlayabilir; Garip ve yabancı şeylere çok fazla zaman harcıyorum, kendi gerçekliğimin bir kısmını keşfedemez miyim? Bunun için yeterince sabrımız, merakımız ve tahammülümüz yok mu?

 

Duyduğumuz kadarıyla tartışmalarda eğlenceli anlar da yaşanmış. Özellikle aklınızda kalan bir şey var mı?

M.Ü: Evet eğlenceli durumlardan mahrum kalmadık. Epey güldük. (Gülüyor.) Ama eğlenceli şeyleri paylaşmayı arkadaşa bırakıyorum. Zira o bu konuda hem daha hakim hem de daha yeteneklidir. (Tekrar gülüyor.)

 

U.A: Teşekkür ederim. Ama yine de eğlenceli olma noktasında Mehmet arkadaş başroldür . Ben en fazla onun izinde olabilirim. (Gülüyor.) Genelde toplantılarda tartışmalarımızı bitirmeden "eksik bir şey varsa.." ya da "arkadaşların söylemek istediği bir şey varsa..." diyerek konuyu bitirmek isteriz. Bunu söylediğimiz için ne yazık ki her seferinde konuyu en baştan tartışmaya başlıyoruz. Çünkü sevgili arkadaşımız Bagok elini kaldırıp "Arkadaşlar çok şey söyledi ama bana kalırsa nokta atışı yapamadılar" diyor. Böylece başlangıç ​​noktasından, yani insanlığın başlangıcından, bazen Big Bang'den başlıyoruz ve günümüze geliyoruz. Artık yaptığımız atışlardan ortada nokta mokta kalmıyor. (Gülüyor.)

 

Sormadığımız veya söylemek istediğiniz bir şey varsa...

M.Ü: Yok, teşekkürler.

 

U.A: Bütün arkadaşlara başarılar.

Kaynak: Bu röportaj ''https://kurmanci.ozgurpolitika.com/nuceya-li-ser-cand-u-huner-sohbetek-158898'' adresinden alınarak, BiosEthosPoliticos Çeviri Ekibi tarafından çevrilmiş ve Miheme Porgebol tarafından redakte edilmiştir.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Erkek nedir? - Atakan Mahir

Rojava'da Devrim ve Demokratik Komünal Ekonomi - Ferîk Özgür

Devrim ve Kooperatifler: Rojava Ekonomi Komitesi'yle geçirdiğim zaman üzerine düşünceler (I) - Rojava Enternasyonalist Komünü