Apocu ideolojide kültür, sanat ve dil üzerine - Zerya Delîl
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Röportaj: Zerya Delîl
Zindan
ezilen halklar için daima bir akademi rolü üstlenmiştir. Sürdürdüğü mücadelesi
ve direnişi bağlamında zindanlar, Kürt halkının özgürlük mücadelesinde de böyle
bir işlev ve misyonu barındırır. Bu akademide edebiyat ve sanat çalışmalarının
yanı sıra teorik ve felsefi çalışmalarda ortaya konulur. Bütün bilim
alanlarında -özellikle sosyoloji- genel ve bireysel çalışmalar sürdürülüyor. Mehmet
Ümit ve Uğur Ataman da iki arkadaş olarak böyle çalışmalar içinde rol
alıyorlar. Zindanda kültür, tarih, dil gibi alanlarda belirli çalışmalar
gerçekleştirdiler ve yakın dönemlerde de kültür konusunda bir çalışma
yürüttüler. Çalışmalarını zindandaki diğer arkadaşlarıyla paylaştılar. Biz de Mazlum
Doğan Akademisi'nin bir kolu olarak çalışmaları ve özellikle de ortaya
koydukları son çalışma üzerine Mehmet Ümit ve Uğur Ataman'la bir sohbet
gerçekleştirdik.
Öncelikle kültür kavramından
başlayabiliriz. 1952 yılında Amerikalı antropologlar (Alfred Kroeber ve Clyde
Kluckhohn) yaptıkları araştırma sonucunda 164 farklı kültür tanımını ortaya
çıkardılar. O tarihten bugüne bu tanımların sayısında değişiklik var mıdır
bilemiyoruz. Önderlik, kültürü "anlam ve yapıların bütünü" olarak
tanımlıyor. Sizce kültür kavramından ne anlamalıyız?
Mehmet
Ümit: Kuşkusuz, kültür
kavramına ilişkin birçok farklı tanım mevcuttu;, sayıca da oldukça çoklar. Lakin
bugün kalkıp biraz kitap karıştırırsanız birçok farklı tanıma daha kolayca denk
gelebilirsiniz. Sanırsınız ki herkes kendi fikir ve bilinç dünyasından yola
çıkarak kültüre kendince bir anlam üretmiş. Ancak asıl ilginç olan, kültür ve
medeniyet kavramları uzun bir süre aynı anlamda kullanıldı. Halbuki iki kavram
arasında hem anlam hem yapı olarak dağlar kadar fark var ve bu iki kavram tarihsel
anlamda da sık sık karşı karşıya gelmişlerdir. Bu nedenle bu tür bir kullanım
her şeyden önce kültürel gerçekliğin dışındadır. Özellikle kültüre dair
tanımların bu kadar artmasıyla beraber
bu kavram form ve içerik noktasında da tam olarak açıklığa kavuşturalamamıştır.
Bu durum her ne kadar bir kavram kargaşasına sebep olsa da; biz, eksiksiz ve
tatmin edici bir tanımla bu çelişkiden kurtulabileceğimize inanıyoruz. Çünkü
kültür kavramı da tarihsel-toplumsal varlığı ile en az siyaset, din, dil, ekonomi
vb. kavramlar kadar toplumsal bir kavramdır. Genel olarak toplumun maddi ve
manevi dünyasını ifade eder. Ayrıca kültür kavramının çıkış noktası yeterince
açıktır. Kültür kavramının kökenine bakıldığında "tarım toplumu"nun
tarihsel gerçekliği ile karşılaşılır. Kavram "ekim" sözcüğünden türetilmiştir.
Bu önemli gerçeği gözden kaçırmamak gerek çünkü kültür kavramı bu gerçekle
tarihselleşmiştir. Kültür, bize insan toplumsallaşmasının tüm özelliklerini gösterir.
Bu kavram üzerine derin ve kapsamlı düşünmek gerek; çünkü kültür hep var olan,
belirleyiciliğini ve geçerliliğini devam ettirecek olan toplumsal olgulardan
biridir.
Gerçekten
de kültür, çok derin ve geniş anlamları olan kavramlardan biri. Bilindiği gibi
kültür kavramına karşılık Hint-Avrupa dillerinden olan Fransızcada
"culture" , Almancada "kultur", İtalyancada "cultura"
ve İngilizcede "culture" ifadeleri kullanılır. Bunların hepsi "ekim"
(zirai ekim) anlamına gelen ‘cultura’ kelimesinden türetilmiştir. Aynı şey kırsal devrimin,
tarımın ve hayvancılığın dili olarak kabul edebileceğimiz Kürtçe için belki daha
da geçerlidir. Daha açık bir ifadeyle; Kürtçede kültür kavramı "ekme,
ekim, tarım" anlamına gelen "çand" sözcüğüne denk düşüyor. Tek başına bu gerçek bile bizi kültür
kavramının daha doğru bir tanımına yaklaştırıyor. Dolayısıyla kültürün, tarımla
doğrudan ilişkili olduğunu söylemeliyiz. Tarımın ilk kez neolitik dönemde
ortaya çıkması, bize kültürün tarihsel temelinin de o döneme dayandığını
gösterir. Özce; kültür kavramına tarihsel bir pencereden bakarsak, kökenlerinin
Neolitik döneme kadar uzandığını görürüz. Bize göre meselenin aslı aşağı yukarı
bu şekildedir.
Bilindiği
gibi tüm kültürel değerler toplumun kalbi ve ruhundan doğmuştur. Dolayısıyla insanın
kültürel bir varlık olduğunu kabul etmek gerek. Sosyal bir varlık olarak insan
anlamsal ve yapısal varoluşunu maddi ve manevi kültür aracılığıyla tamamlamıştır.
Çünkü kültür de diğer tüm olgular gibi insan toplumu için düşünsel bir faaliyettir.
Bu yüzden toplumun tüm maddi ve manevi üretimlerini kültüre dahil olarak tanımlayabiliriz.
Nasıl ki toplumdan bağımsız olarak insanın dilsel ve düşünsel gelişiminden
bahsedemiyorsak aynı şekilde toplumsuz bir kültür oluşumundan da söz edilemez.
Çünkü kültüre içkin her üretim mutlaka toplumsal varoluşla bağlantılıdır. Ayrıca
bu durum, kültürün hem maddi hem de manevi olarak toplumsal yaratımla ilişkili
olduğunu gösterir. Bunu toplumun ortak emeği olarak da değerlendirebiliriz. Tam
da bu yüzden kültür toplumlar için en yüksek değere sahiptir çünkü, en temel
toplumsal ihtiyaçtır. Hiçbir olgunun toplumsal/kolektif üretimi kültür kadar açık
ve doğrudan gösteremeyeceğini söylüyoruz. Çünkü maddi ve manevi kültür olarak
tanımlanan tüm toplumsal değerler, tarihsel süreç içinde toplum tarafından
kolektif şekilde yaratılmıştır. Bu aynı zamanda kültürü tarihsel süreç
içerisinde oluşturulmuş maddi ve manevi toplumsal değerlerin bütünü olarak
tanımlamamıza da olanak tanır.
Doğrudur, Önderlik
kültürü "insan toplumunun tarih
boyunca ortaya koyduğu anlam ve yapıların bütünü" olarak tanımlıyor. Bu
tanım, kültür kavramının derinliği ve kapsamını anlamamıza yardımcı oluyor. Çünkü
kültür, toplumsal bir olgu olarak yalnızca maddi değerleri içermez; belki de
daha çok toplumun manevi varlığına atıfta bulunur. Çünkü insan toplumu sadece
maddi kültürden ibaret değildir; en az onun kadar toplumsal anlam ya da toplumsal
hafıza, inanç ve toplumsal bilinç dünyasından da müteşekkildir. İnsanlardan
başka hiçbir canlının toplumsal bir manevi dünyası yoktur. Bu nedenle kültürün,
insan toplumunun ortaya koyduğu anlam ve yapıların bütünü olarak görülmesi önemlidir.
Nasıl ki kültürü etik, bilinç, sanat, bilim, politika vb. manevi dünyanın
unsurlarından azade bir değerlendirmeye tâbi tutamıyorsak, aynı şekilde
endüstri, üretim araçları, her türlü gereç, kurum, yapı vb. maddi dünyanın
unsurlarından da bağımsız değerlendirmeyiz. Kültürü daha dar anlamda siyaset,
bilim, felsefe, din, maneviyat, inanç ve ahlaki değerler gibi bir dizi insana
özgü değerlerin toplamı olarak tanımlayabiliriz. Buna maddi kültürün tüm
unsurlarını eklediğimizde, kültürün daha geniş anlamını elde ederiz. O halde
yapılacak en doğru şey kültürü bu şekilde değerlendirmektir. Eğer kültürü tüm
toplumsal değerlerin bütünü olarak ele alırsak, o zaman kültüre dair
farkındalığımız daha doğru bir yerde temellenmiş olur. Kısacası tüm kültürel,
ideolojik ve maddi deneyimler doğrudan insanlık tarafından oluşturulmuş ve
böylece toplumsal hakikat ortaya çıkmıştır. Toplum, sözünü ettiğimiz bu
ideolojik ve maddi kültür birliği bağlamında ele alınmalıdır. Çünkü kültür,
kolektif toplumsal bilincin gücüyle doğrudan ilişkilidir.
Uğur
Ataman: Mehmet
arkadaş tarihin anlamı ve kültür tanımlarına dikkat çekti, söylediklerine katılıyorum.
Ben de kültür kavramının tanımı üzerine kısaca şunu söyleyeceğim; kültür toplumun
yaşam biçimidir ve toplumdan bağımsız bir şekilde tanımlanamaz. Bilindiği gibi birçok
toplum biçimlerine dair çok fazla bakış açısı vardır. Felsefe, bilim ve sanatın
yanında dil, inanç, toplumsal ilişkiler, birey, ekonomi vb. de toplumda karşılığını bulur ve bu
saydıklarımızın tamamı da kültür çatısı altında varlıklarını gerçekleştirir,
sürdürür. Bu bakış açılarının "neliği ve nasıllığı" birey ve
toplumların kültürünü de yansıtır. Başka bir deyişle, kültürün tanımı için insanın
algı ve eylemlerin bütünü denebilir. Bu gerçeklik daha insan yaşamının
başlangıcında kendini üretir. Henüz doğan bir bebeği annesinden önce kültürün
kucakladığını söylemek mümkün. Bu gerçeklik bireyin yaşamını başlangıcından
sonuna kadar etkiler, hatta belirler. Çünkü kültür bilinçlidir; insanın bedensel
ve ruhsal varlığının göstergesidir.
Kültür toplum
ve üretim olmadan tanımlanamaz. Çünkü toplumsallaşma ve tarımla birlikte benimsenen
yaşama biçimi de kültür sayesinde kalıcılaşır, büyür ve yayılır. Kültür kavramı
tarımla bağlantılı olarak tanımlandığında dikkatimizi çeken ilk şey, bu sürecin
insanlığın süren serüveninde nasıl dönüşümler meydana getirdiğidir! İnsan
yaratılış, üretim, yerleşiklik, evcilleştirme, teknik vb. kavramlar üzerine
yoğunlaşırsa, bunların insan ve yaşamla olan ilişkisini algılarsa, o zaman kültürün
hem tanımı hem de anlam ve önemi ortaya çıkacaktır.
Bazı
detaylara girelim… Tarım, insana düşünmenin gücünden daha çok faydalanmayı
dayatır. Bilindiği gibi, insanın en belirgin özelliği düşünme ve akıl yürütme
özelliğidir. Halihazırda insanlaşmamız diğer birçok şeyin yanında düşünebilme
kabiliyetimizle de ilişkilidir. Atalarımızın da dediği gibi "İnsan ne
kadar çok düşünürse o kadar az kaybeder; ne kadar az düşünürse o kadar çok
kaybeder." Tarım yapabilmek için düşüncenin gücü önemliyse, insanı her
yönden insan yapan şeyin kültür olduğu rahatlıkla söylenebilir. İnsan, insan
olmanın değer ve ayrıcalıklarına kültürle erişir. Bu süreçle (tarım/ekim süreci)
insan artık doğaya ve yaşama karşı kendi sözünü üretmeye başlar. Yeni yol ve
yöntemler geliştirir. Tarım yapabilmek için ne gerekli? Basit düşünelim. Bir
şeyler ekebilmek için her şeyden önce toprağa ihtiyaç var. Daha sonra tohuma ihtiyaç
var. Keza toprağı ve tohumu tanıyıp bilmek de gerekli. Bunlar da yetmez, çünkü
tarım sabır ve zaman gerektiren bir olgudur. Böylece göçebe yaşam terk edilir
ve eğer belirli bir nüfus varsa yerleşim yerleri inşa edilerek yerleşik yaşama
geçilir. Tarım için doğanın ve suyun
kullanımının yanı sıra mevsimlerin ve iklimlerin gözlemlenmesi ve hesaplanması
da çok önemli bir koşuldur. Bunlar yapıldıktan sonra araçlara ihtiyaç duyulur.
Çünkü tarım aletsiz yapılamaz. Değirmen, çapa, çanak/çömlek, kürek, iğ vb. icat
edilir. Ürünlerin toplanması, derlenmesi ve kullanılmasında yardıma,
işbirliğine ve işbölümüne ihtiyaç duyulur ve bu ihtiyaç da giderilir. Ürün,
insanların hem karnını doyurur hem de onları birçok zorluktan kurtarır. Öte
yandan hayvanlar da evcilleştirilir. Böylece insanlar için daha farklı ve daha
önemli bir gündem belirir. İnsanlığın tüm zamanı ve emeği artık toplama ve
avlanma için harcanmamaktadır. Yine önemli bir nokta da, tüm bu ürün ve eserlerin
adlandırılması gerekliliğidir. Bu da dil, düşünce ve gelişmişlik ilişkisini
gösterir. Daha sonra toplum, tohumlarını attıkları bu yeni yaşam biçiminin
dönütlerini kutsar, çünkü tarım ve toplumsallaşmayla yaşamları çok daha iyi, değerli
ve anlamlı hale gelir. Hem maddi hem manevi bir doyuma ulaşırlar. Günümüzde kaç
kişi veya toplum maddi ve manevi tatminini bir arada yaşayabiliyor ki?
Sıradan gibi
görünebilir ama bu yeni hayatın gelişiminde çok farklı tatlar ve zevkler var. Bununla
birlikte kültür kavramının içini dolduran en önemli nokta şudur ki; sözünü
ettiğimiz bu yeni yaşam bilinci oluşturuyor. İşte bu toplumsal bilinç, toplumun
devamlılığının temeli ve yaratıcısıdır. Kültür-tarım, insanların ve
toplulukların varlığını kutsamıştır. Çünkü insanlar tüketim durumundan üretim
durumuna geçiyor! Üretim ne ile ilişkilidir? Üretim yaratıcılıkla ilişkilidir.
İnsanlık uzun soluklu tarihinde, yaratıcılığın en yüksek niteliğini Tanrı'ya
bahşetmiş ve bunu her zaman onun kutsallığının temeli olarak görmüştür. Yani o
dönemin insanları üretim ve yaratıcılıklarını geliştirdiklerinde kendi
kutsallıklarının da farkına vardılar. Bu yüzden biz diyoruz ki kültür tam
anlamıyla insan ve toplumların varoluşunu kutsal görür ve ona değer atfeder. Bu
gerçeklik sayesinde rahatlıkla insan ve insanlık kültürsüz ve toplumsuz
yaşayamaz, yaşarsalar bile kutsallaşamazlar; birbirini tüketen iki kurt
olacaklar. İnsan insanlığı, insanlık da insanı tüketecek.
Son olarak
bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bilindiği gibi tarihte uygarlık sisteminin
Sümerlerle başlatıldığı bilinmektedir ve aynı zamanda Sümer öncesi dönem "barbarlık",
"ahlaksızlık" ve "geri kalmışlık" dönemi olarak tanıtılır. Elbette
gerçeğin bu şekilde çarpıtılmasının birçok nedeni var ama şu anda bu sohbetin
konusu bu değil. Dikkatinizi çekmek istediğim şey, Mehmet arkadaşımın da
belirttiği gibi, uygarlık ve kültürü tanımlarken 'hatalı' bir eşanlamlılık
çıkarmışlar ortaya. Ama bu hata bilinçli olarak yapılmıştır. Neden? Çünkü
kültür, insanlar ve toplumlar için en önemli, en temel ve en hayati şeydir. Bu
nedenle, merkezi uygarlık (hırsızlık ve aldatma örgütü) Neolitik toplumun bu hazinelerine
el koymuş ve hayati yeteneklerini -uygarlıktan binlerce yıl önce yaratılmış ve
sistematize edilmiş- kendine mal etmiştir. Toplumun ortak hazineleri üzerinden egemenliğini
ve sömürgeciliğini inşa etmek istemiştir. Ancak hem gerçekler ışığında ortaya
çıkan veriler hem de son araştırmalar ve aynı zamanda sistem dışı görüşler –bu
da kültürün özelliklerinden biridir-, insanların bu aldatmacadan kurtulmalarına
ve kültürün hakikatini anlamalarına olanak sağlamaktadır. Bugün, tarihin
yazıyla başlamadığını da, kültürün merkezi uygarlıkla başlamadığını da çok iyi
biliyoruz. Kültür-tarım tarihi toplumsallaşma ile başlar; bu tarih hem zaman
(en az 12 bin yıl) hem de konum (Yukarı Mezopotamya-Kürdistan) itibariyle
merkezi (Sümer) uygarlıktan çok ayrıdır. Kültürün eşsiz bir hazine olduğunu ve
toplumların maddi ve manevi yaşamında temel bir olgu olduğunu söyledik. Bu
hazineyi yaratan, geliştiren ve yaşatan, maddi olarak güçlenir; yöntem, araç ve
fikirlere sahip olur ve aynı zamanda manevi açıdan kutsal, öncü kabul edilir ve
de arzulanır. Zira kültür ve uygarlık tanımında çok "bilinçli bir
hata" yapılmıştır ve bu özellikle sürdürülmüştür. Çünkü merkezi uygarlık,
kültürün önemini toplum kadar bilir ve bunu kendi çıkarları için kullanır.
Görünüşe göre
heybenizi doldurduğunuz ve söyleyecek çok sözünüzün olduğu açık. Soruyu
sorduğuma pişman ettiniz beni. Şimdi diğer sorum için tereddüt ediyorum. Neyse,
yine de soracağım. Ama lütfen daha kısa yanıtlayın. Sonra hakkımızda "Apocular
çok uzun konuşuyor" diyorlar. Toplumun varlığı, yaşamı ve inşasında başka
bir deyişle toplumun kimliğinde kültür neden bu kadar önemlidir?
M.Ü : (Gülüyor) Her nedense biz Kürtler
birçok şeyi az sözle ifade edemiyoruz. Bu yüzden her zaman uzun anlatımlara
ihtiyaç duyarız. Bunu sömürge etkilerinin bir sonucu olarak da görebiliriz.
Gerçekten
de kültür, bir toplumun oluşumunda, yaşamında ve kendi kendine yeterliliğinde
diğer bütün olgulardan öncelikli bir rol oynamaktadır. Başka bir deyişle
kültür, her iki boyutuyla da toplumun oluşumunda belirleyici bir rol
oynamaktadır. Tüm kültürel özelliklerini yitirmiş bir toplum için herhangi bir
toplumsal yapıdan da söz edilemez. Kültür insan toplumunun benzersiz bir ürünü
olmasına rağmen, toplumun kendisinin dahi kültürel bir yaratımdır diyebiliriz.
Kültürü yalnızca önemli ve faydalı bir toplumsal olgu olarak kabul etmek mümkün
değildir; Çünkü insanı insan yapan tüm özellikler kültürle doğrudan
ilişkilidir. Özellikle kültür ve kimlik arasındaki ilişki asla göz ardı
edilemez. Çünkü kimlik, bir toplumun tüm temel kültürel özelliklerini içinde
barındırır veya onların en zarif ifadesidir. Önderliğin dediği gibi, "belirli
bir toplum, yeterli düzeyde kurumsallaşır ve yeterli anlam düzeyine ulaşırsa
varlık olarak kimlik sahibi olabilir ve adlandırılabilir." Bu aynı zamanda
her toplumun kimliğini kültürüyle tanımladığını da gösterir. Sahiden de; hangi
kültüre ait olduğumuzu bilemeden kimliğimizi bilemeyiz. Kısaca bir toplumu
tanımlayan tüm kültürel özellikler kimlik olarak değerlendirilebilir.
Kuşkusuz hiçbir toplum da kültürel
kimliği olmadan ne özgürce yaşayabilir, ne varlığını sürdürebilir, ne de ahlaki
ve politik toplum düzeyine ulaşabilir. Çünkü kültür, başından beri kimliğin en
güvenilir sığınağı olmuştur. Kısacası, kimliğin korunması/savunulması asla olağan
bir şey olarak görülmemelidir.
U.A: Hiç merak etmeyin çünkü Mehmet
arkadaş artık daha dikkatli olacaktır. (Gülüyor.)
Yanıta gelecek olursak; Kültürün
kendisi, tarihten günümüze bireylerin, halkların ve toplumların kimliğini
tanımlayan şeydir. İnsanlar kültürü yaratır, kültür insanları yaratır. Toplumlar
kültürü oluşturup kültürün oluşturduğu değerler etrafında toplanıp yaşamlarını
sürdürmeye başladıktan sonra bu yaşam biçimleri kimliklerimize dönüşür.
Yeryüzünde bu kadar çok kimlik olmasının nedeni budur. Dilin kültürel bir
fenomen olduğunu söylüyoruz ama aynı zamanda kimliğin en güçlü ifadesidir de. Kürtçe,
İngilizce ya da İbranice konuştuğumuzu gören kişi kimliğimizi de görmüş
olacaktır. Zaten bize "Kimsin?" diye sorulduğunda kimliğimizi,
kültürel değerlerimizi sıralayıp cevap veririz. Varlığımız ve kimliğimiz
kültürle mümkündür. Hiç konuşmasak bile giyim kuşamımıza, eylemlerimize bakılarak
kimliğimiz anlaşılabilir. Örneğin yöresel kıyafetlerle govend (halay) oynayan
birilerini görürsek onların Botan bölgesindeki Kürtler olduğunu anlarız; eğer
govend Şêxani ise Şırnaklılar veya Hakkarililer olduğunu biliriz. Ama bir Kürt Çiftetelli
ya da Zeybek oynarsa Türk sanılır. Bu tüm kimlikler ve kültürler için
geçerlidir.
Kültürün korunmasında, geliştirilmesinde
ve öğretilmesinde sanatın rolü nedir?
M.Ü: Nasıl ki kültürün ortaya çıkışını toplumdan
bağımsız düşünemiyorsak, aynı şekilde toplum olmadan bir disiplin olarak
sanatın gelişimini de duyumsayamaz. Başka bir deyişle, toplum sanatın birincil
kaynağıdır. Her sanat eseri aynı zamanda toplumsallaşma ile yaratılmıştır.
Önderliğin ifade ettiği gibi "sanat
insanı yaratma eylemidir." Bu aynı zamanda insanların sanat yoluyla
hem kendilerini hem de toplumsal yaşamı yaratmaları anlamına gelir. Sanatın toplumsal
yaşam üzerinde her zaman kalıcı bir etkisi olmuştur. Çünkü sanat insana anlamı
yoğun duygu ve düşünceler kazandırır. Bu nedenle toplum, en başından beri
sanatı yaşamsal bir toplumsal ihtiyaç olarak kabul etmiştir. Ancak sanatın
görevi sadece bununla sınırlı değildir. Sanat ayrıca köklü toplumsal değişimlerde
belirleyici bir rol de oynar. Toplumsal gelişmelere veya toplumsal devrimlere
ustaca zemin hazırlar. Öte yandan sanatın da kültürü koruma görevi vardır. Özellikle
günümüzde Kapitalist Modernite bir canavar gibi kültürel topluluk ve
farklılıkları birer birer yutmaktadır. Öte yandan birçok halk kendi kültürünü
sanat ya da sanatın dalları aracılığıyla -müzik, edebiyat, sinema, tiyatro
sanatları vb.- yaşatarak daha da ileriye götürmeye ve yeni nesillere aktarmaya
çalışmaktadır. Dolayısıyla sanat kültürel kimlik için temel bir unsurdur. Başka
bir deyişle, ezilen halklar diğer unsurlarla birlikte kültürel varlıklarının
bilincine sanat aracılığıyla ulaşırlar. Sanatı kültürün bir unsuru ve önemli
bir parçası olarak görmek gerçekçi olandır. Kısaca ifade etmek gerekirse bir
toplumun sanatsal ürünleri, kültürünün tüm renklerini yansıtmalıdır. Kürtlerin
kültürlerini daha çok müzikle koruduğunu görüyoruz. Özellikle dengbêjlik çok
önemli bir role sahiptir. Bir şarkıdan Kürt kültürü ve tarihine ilişkin çok şey
öğrenebiliyoruz.
U.A: Nasıl ki sanat kendi içinde bir
toplumun bilincini barındırıyorsa, aynı şekilde toplumsal bilinci de en güzel
şekilde topluma geri döndürür ve onu en güzel duygu ve düşüncelerle tarihe mal
eder. Sanat, gücüyle hakikati dile getirir ve toplum için kutsal değerlerin
neler olduğuna işaret eder. Bu değerleri bilincimizde diri tutarak toplumun esaslarına
ve deneyimlerine dikkat çeker. Peki sanatımız kültürümüzün ve toplumumuzun her şeyini
koruyacak mıdır? Kesinlikle hayır. Çünkü kültürümüz yüzlerce yıldır kuşatma ve
yıkım altında ve toplumumuza ve kültürümüze ait olmayan birçok şeyi kendi
kültürümüz gibi yaşıyoruz. Önderlik "sanat kimliktir" diyor. O
halde bu kimlik tekil veya evrensel değil, kendi kültürümüzden doğan kimliğimiz
olmalıdır. Burada sanatımızın ölçeği bellidir; sanatımız özgür ve eşit bir
kültür ve toplum gerçeğine dayanmalıdır. Buna göre form ile müessiriyet
arasında tutarlı ve estetik bir ilişki olmalıdır. Doğru ve güzel olmalı.
Sanatımız toplumu geriye iten bir kültür göstermemelidir. Kültürün sanat
yoluyla korunup geliştirilmesi, özgür bir toplum ve yaşama dayalı olacaktır.
Çünkü önderlik "sanat insanı yaratma eylemidir" der. Kuşkusuz burada
etik ve estetik sahibi özgür bir insandan bahsediliyor.
Dil, kültürün dar bir tanımı
gibidir. Ortak anlamların yayılmasında ve dolaşımında önemli bir yere sahiptir.
Bu aynı zamanda ortak duygulara giden yolu da açıyor. Ancak kültürümüz ve
dilimiz popüler kültürün bombardımanı altında. Kültürel alanda nasıl bir direniş
gerek? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
M.Ü: Kültürün hayati önemine daha önce
işaret etmiştik. Gerçekten de Kürt ulusu oldukça kadim bir kültüre ve dile
sahip. Ama özellikle son yüz yılda Kürt kültürü ve dili birçok trajedi yaşad. Çağdaş
mücadelenin gelişmesi Kürt kültürü ve dilinin yok olmasını engellemiş olsa da büyük
tehlike henüz tam olarak önlenebilmiş değil. Kürt kültürü ve diline yönelik
tehdit azalmış değil. Ancak Kürtlerin varlıklarını en eski zamanlardan bugüne dek
kültürel karakterleriyle sürdürdüklerini söyleyebilirim. Bu gerçeklik
muhtemelen en çok da günümüz için geçerli. Çünkü popüler kültür, iletişim
araçları aracılığıyla tüm toplumsal değerlerin, şarkıların, kıyafetlerin,
toplumsal örf ve adetlerin, halk müziğinin, diğer sanat eserlerinin vb. anlamını
ve içeriğini boşaltır, piyasada bir meta olarak satar ve böylece kültürel
toplumun karakterini dönüştürür. Bunun için başta dil olmak üzere Kürt
kültürünün bütün öğelerinin popüler kültüre karşı korunması gerekir. Çünkü
popüler kültür, Kürt kültürünün öğelerini çiğ bir moda gibi kullanıyor. Dönemin
koşullarına göre onları yeniden üretip piyasaya satıyor. Bir ulus için en büyük
yıkım, kültürünün piyasada meta olarak satılmasıdır. Bu duruma toplumsal bir bilinçle
karşı çıkmak gerekliliktir. Bu da ancak kültürel direnişle mümkündür. Bana göre
köklü çözüm budur.
U.A: Koruyabilmek için bilgi ve irade
sahibi olmak gerekir. Ama ondan önce, insan ya koruduğu şeyi kendisine ait
görmeli ya da o şeyi korumayı kendini korumakla bir tutmalı. Zira insanlığımız
ve kimliğimiz çeşitliliğimizden doğar. Çeşitliliğimiz de kültürümüzden doğar.
Önderlik "her varlık bir yabancı
tarafından görülmek ister" diyor. Bu doğru ve önemli bir gözlemdir.
İnsanlar çeşitliliklerini, kültürlerini ve kimliklerini korurlarsa değerli bir
varlık olarak görüleceklerdir. Çünkü popüler kültürün amacı tüm çeşitliliği
ortadan kaldırarak tek bir tip ve profil oluşturmaktır. Bununla amaçlanan da
çıkarlar ve maddi pazardır. Artık herkes aynı dili konuşuyor, aynı şeyleri
beğeniyor, aynı şeyleri istiyor. İnsan artık tabiatından ve iradesinden
uzaklaşmakta ve hayatını kendisine ait olmayan bazı tezahürlere göre
şekillendirmektedir. Oysa hepimiz çok iyi biliyoruz ki; kırmızı çiçeklerle dolu
bir çiçek bahçesinde yalnızca bir sarı çiçek varsa tüm dikkatleri o sarı çiçek çeker.
Çünkü o gül bahçesinde farklı olan ve herkesinkinden başka bir kimliğe sahip
olan çiçek sarı çiçektir. Aynı şey kültürler ve diller için de geçerlidir. Bugün
dünyanın bütün kültürleri popüler kültür bombardımanı altındadır. Herkesin tek tip
olması dayatılıyor. Gerçek olan şu ki; bu ölümün ta kendisidir. Zira artık sen yoksun,
başka birisin. Bu anlamda kişisel varlığımız için bile olsa kültürümüzü ve
dilimizi yaşamalı ve korumalıyız. Aksi halde varlığımızın anlamı, çeşitliliği
ve güzelliği kalmayacak. Bir bireyin hayatının anlamı, onun değerlerinin
ifadesidir. Anlam da değerlerle ilintilidir. Spinoza, "ışık hem kendisinin hem de karanlığın varlığını ortaya çıkarır"
diyor. Kültürümüze-ışığımıza sahip
çıkarsak popüler kültürün karanlığını ve aldatmacasını da görürüz.
Zindanda kültür ve sanat alanında
çalışmalar yürütüyorsunuz. Bu konuya eğiliyor ve tartışmalar yürütüyorsunuz.
Son çalışmanız ve tartışmalarınız hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Tartışmalarda hangi fikirler ortaya çıktı? Kısaca paylaşabilir misiniz?
M.Ü: Biz bu çalışmada kültür ve sanata dair
kavramlar üzerinde durduk. Ancak bu çalışmanın bir grup arkadaşın katılımıyla gerçekleşebildiğini
söylemeliyiz. Bu nedenle sorularınıza verdiğimiz yanıtlar, çalışmalarımıza
katılan tüm arkadaşların görüşlerinin toplamı olarak görülmeli. Biz de bu
sohbet sayesinde arkadaşlarımızın ortak düşüncelerini sizlerle paylaşmaya
çalıştık. Aslında her iki kavram da büyük önem taşıyordu. Bu nedenle her iki
kavram da tüm yönleriyle -tanımları, tarihleri, diğer fenomenlerle ilişkileri,
kavramların temel özellikleri- kapsamlı bir şekilde değerlendirildi. Özetle
kavramlar üzerine bilgi ve yeterliliğimizi arttırmaya çalıştık ki böylece Kürtlerin
kültürel hakikatine erişebilelim.
U.A: Bir
teknoloji çağında yaşıyoruz. Teknoloji ve internet aracılığıyla herkes kültürü,
sanatı ve tarihi hakkında birçok bilgi toplayabilir. Bu klişe bir cevap gibi görülebilir
ama tartışmalarımızda bu konuya da değinildi. Günümüzde halkımızın her bir
bireyi teknolojik imkanlardan çok kolay yararlanabilmektedir. Herkesin gelişmiş
telefonları ve bilgisayarları var. Günümüzde birçok insan günün büyük bir
bölümünü bu araçları kullanarak geçiriyor. Öyleyse insanlar bu zaman ve imkanı
da iyi değerlendirmeli. Boş ve faydasız şeyleri saatlerce izleyip dinlemek ve
zamanımızı boşa harcamak yerine kültürümüz ve sanatımız hakkında da biraz
araştırma yapabilmeli ve istekli olmalıyız. Çünkü kültürümüz ve kimliğimiz
keşfedilmeye değer. İnsan kendine şu soruyu sorarak başlayabilir; Garip ve
yabancı şeylere çok fazla zaman harcıyorum, kendi gerçekliğimin bir kısmını keşfedemez
miyim? Bunun için yeterince sabrımız, merakımız ve tahammülümüz yok mu?
Duyduğumuz kadarıyla tartışmalarda
eğlenceli anlar da yaşanmış. Özellikle aklınızda kalan bir şey var mı?
M.Ü: Evet eğlenceli durumlardan mahrum
kalmadık. Epey güldük. (Gülüyor.) Ama
eğlenceli şeyleri paylaşmayı arkadaşa bırakıyorum. Zira o bu konuda hem daha
hakim hem de daha yeteneklidir. (Tekrar
gülüyor.)
U.A: Teşekkür ederim. Ama yine de eğlenceli
olma noktasında Mehmet arkadaş başroldür . Ben en fazla onun izinde olabilirim.
(Gülüyor.) Genelde toplantılarda
tartışmalarımızı bitirmeden "eksik
bir şey varsa.." ya da "arkadaşların
söylemek istediği bir şey varsa..." diyerek konuyu bitirmek isteriz.
Bunu söylediğimiz için ne yazık ki her seferinde konuyu en baştan tartışmaya
başlıyoruz. Çünkü sevgili arkadaşımız Bagok elini kaldırıp "Arkadaşlar çok şey söyledi ama bana kalırsa nokta
atışı yapamadılar" diyor. Böylece başlangıç noktasından, yani
insanlığın başlangıcından, bazen Big Bang'den başlıyoruz ve günümüze geliyoruz.
Artık yaptığımız atışlardan ortada nokta mokta kalmıyor. (Gülüyor.)
Sormadığımız veya söylemek
istediğiniz bir şey varsa...
M.Ü: Yok, teşekkürler.
U.A: Bütün arkadaşlara başarılar.
Kaynak: Bu röportaj ''https://kurmanci.ozgurpolitika.com/nuceya-li-ser-cand-u-huner-sohbetek-158898'' adresinden alınarak, BiosEthosPoliticos Çeviri Ekibi tarafından çevrilmiş ve Miheme Porgebol tarafından redakte edilmiştir.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder