Devlet-PKK çatışmasında Türk paramiliterleri - Ayhan Işık

  Ayhan Işık [i] Özet Bu makale, Türk devletinin paramiliter örgütlerinin zaman içindeki dönüşümüne ve bu örgütlerin muhaliflere, özellikle Kürtlere, karşı “kullanışlı” bir araç olarak nasıl kullanıldığına odaklanmaktadır. Paramiliter gruplar, yaklaşık kırk yıldır devam eden Türk devleti ve PKK arasındaki çatışmaların ana aktörlerinden biridir. Bu gruplar, 1980’den beri, özellikle savaşın yoğun olduğu zamanlarda bazen yardımcı kuvvet olarak, bazen de ölüm timlerine dönüşerek, PKK’yi desteklediği düşünülen Kürt sivillere karşı faili meçhul cinayetler, zorla kaybetmeler ve yargısız infazlarda resmi ordu güçlerinin yanında  kullanılmışlardır. Yazıda, Türk devlet elitlerinin bu aparatı yalnızca iç siyasette değil, Orta Doğu’da ve Kafkasya’daki çatışmalarda kullandığını hatta devletin bu paramiliter geleneğini Batı Avrupa’ya kadar genişlettiğini tartışacağım. Paramiliter Örgütlerin Oluşumu Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana yüz yıldan fazla bir zamandır, farklı Kürt siyasal hareke

Devrim ve Kooperatifler: Devrimci bir strateji olarak kooperatifler - Kapitalist Modernite'yle Yüzleşmek (II) - Rojava Enternasyonalist Komünü




 
*
 

Kooperatifler aracılığıyla sosyalist unsurlar inşa etmeye başlama fikrine, genellikle bir tür (karşılıklı) federal sendikacılık eşlik eder, bu yeni değil. Bu strateji aslında teorik olarak kulağa cazip gelebilir. Bununla birlikte, tahminler bugün dünya çapında yaklaşık bir milyar üyesi olan üç milyon kadar kooperatif bulunduğunu göstermektedir, bu nedenle insanlığın %12'sinin kooperatiflere dahil olduğu iddia ediliyor, ayrıca kapitalist modernite’nin birçok merkezinde kooperatifler resmi olarak ekonomik gerçekliğin bir parçası. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), dünyanın tarımsal üretiminin% 50'sinin kooperatifler aracılığıyla pazarlandığını iddia ediyor. Tüm bunlar doğruysa ve kooperatiflerin demokrasiye dayalı bir ekonomi için çözüm olması bekleniyorsa, dünya neden hala daha iyi bir yer değil? Sadece mevcut üretim tarzının kooperatiflerin gerçek potansiyellerini göstermeleri için gerekli koşulları sağlamaması mı? Her neyse, bu istatistiklerin yalnızca küçük bir kısmının henüz kapitalist üretim tarzına entegre edilmemiş "gerçek" kooperatifleri açıkladığı ortadadır. Ek olarak ILO, büyük bir uluslararası firmanın elinde olmayan her alanı bir kooperatif olarak sayıyor gibi görünüyor. Yakından ilgili, asıl meselemiz için daha da önemlisi, soru neden kooperatiflerin farklı bölgelerdeki ve zamanlardaki önemli varlığının genellikle herhangi bir devrimci harekete veya en azından siyasi örgütlenmeye yol açmadığı mıdır? Kapitalizmin üstesinden gelmenin anahtarı olarak kooperatif fikrinde temelden kusurlu bir şey var mı? Aslında Birleşmiş Milletler gibi birçok liberal Batılı bilim insanın ve örgütün kooperatifleri teşvik etmeyi önermesi de bir başka şüphe sebebidir. Orada çıkar nedir? Kooperatifler mevcut güç yapılarını istikrara kavuşturmak için bile kullanılacak mı?

Kesin olan şey, sadece kooperatifler yaratarak kapitalizmin üstesinden gelmeyeceğimizdir. Toplumun ekonominin çoğunluğunu ele geçirmesini er ya da geç engelleyecek devletçi, finansal ya da uluslararası güç yapıları hakkında konuşmak zorunda bile değiliz, kontrolleri altındaki çekirdek endüstriler dahil: üretim araçlarının mevcut sahipleri ve vurguncuları, kooperatiflerin kontrolü ele geçirmesinin potansiyel tehlikesine aktif olarak müdahale etmek zorunda bile değiller, çünkü bu alternatif ekonomik kurumlar, hatırı sayılır bir boyuta veya etkiye ulaşır ulaşmaz sistem tarafından emilir. Çok iyi bir örnek, Richard Wolff gibi kooperatiflerin radikal destekçileri tarafından bile kooperatiflerin büyük ölçekte bile iyi çalışabileceğine örnek olarak alınan Bask kooperatifi Mondragon'dur. Ancak pratikte, bu kümenin gerçek kooperatif temeli, kapitalist asimilasyonun baskısı altında çökmüş görünüyor. Üretimlerini ucuz iş gücü için dışarıdan tedarik etmek, uygulamalarının bir parçası haline geldi, dahası günümüzde Mondragón için çalışan insanların yalnızca üçte biri aslında kooperatifin üyesidir.

Bu özümseme eğilimi, liberalizm ideolojisinin her türlü alternatifin zemin kazanmasını engellemede bu kadar güçlü olmasının sebebidir, sadece ekonomik değil, aynı zamanda diğer siyasi ve toplumsal alanlarda da.  Liberalizm, herhangi bir muhalefetin fikirlerini veya hareketlerini özümseyebilir ve hatta daha sonra herhangi bir gerçek muhalefeti meşrulaştırmak için, bunları kullanmak için kendi muhalefetini yaratabilir. Aynı mantığı takip ederek, asimile kooperatiflerin kapitalist sistemin hayatta kalmasını uzatmaya yardımcı olma tehlikesi bile vardır. Ekolojik yönlerin geliştirilmesi gibi gerekli reformlara ve zaman trendlerine adaptasyonda yardım sağlayarak veya temel çelişkilere dokunmadan çalışanlara yüzey seviyesinde seslerini duyurarak, kooperatifler dahil asimile siyasi hareketler, kapitalizmi eleştiri ve saldırılara karşı daha dirençli hale getirir.

Bu nedenle, birçok arkadaş kooperatiflerin bizi kapitalist modernite’ye ciddi bir alternatife doğru götürme rolünü üstlenmelerine izin vermek için, derin bir devrimci stratejiye yerleştirilmeleri gerektiğini savunuyor. Devrimci bir durumdan önce, kooperatifler ancak asgari bir alternatif yapı hazırlama, eğitme ve inşa etme rolünü oynayabilirler, böylece egemen güç yapılarına meydan okuma fırsatı ortaya çıktığı anda sıfırdan başlamak zorunda kalmayız. Dahası “kapitalizmin ardıl projesinin ve onun neo-liberal örgütlenmesinin köklerinin mevcut ekonomi içinde inşa edilmesi gerektiği” konusunda Noam Chomsky’ye katılıyorum. Abdullah Öcalan ayrıca, “direnişin olması, sermaye birikimine alternatif olması ve bunun sonucunda ortaya çıkan iktidar araçlarının nerede ve ne zaman olursa olsun doğal toplumun gereğidir” diyor. Bu, alternatif bir ekonomi ortaya çıktıkça, statükonun şiddetli karşı-devrimci saldırılar olmadan kendisini basitçe çözemeyeceği anlayışıyla el ele gider. Bunun yerine, demokratik modernite’nin yeniden kazanıldığı bir gelecekte bile kapitalist modernite, en azından toplum zihniyetinde şimdilik bir arada var olmaya devam edecektir.

Aynı zamanda kooperatifler, somut alternatifler organize ederek ve oluşturarak bir “Kairós-anı” (fırsat penceresi) ortaya çıkması için hazırlanmaya odaklanan devrim teorisini savunabilir. Rojava Devrimi’nin başlangıcından başlangıcından önce Kuzey ve Doğu Suriye’deki iktidar boşluğu, fırsat penceresinin tanınması ve toplumun uzun yıllar önceden örgütlenmesiyle başarıya götüren bir “fırsat anı” olarak tanımlanabilir. Bu kavram kendisini diğer devrimci yaklaşımlardan ayırır ve birleştirir: klasik/ortodoks Marksist devrimin tarihsel determinizm aracılığıyla ve tarihin ilerleme olarak (koşullar olgunlaşana kadar bizi pasif gözlemcilere indirgeyen) ortaya çıkmasını beklemeye ilişkin görüş, öte yandan, örgütlü öncülük yoluyla devrimi zorlayan Leninist strateji ya da “devrim ne zaman ve nerede olmasını istersek olur” iddiasında bulunan isyancı/spontanist bir yaklaşım -örgüt anahtardır ancak [bu strateji] devrimi kabul etmeden devrimi zorlamaya çalışmaktır (dışsal zaman çerçevesi ve koşullar umutsuzdur). İşbirliğine dayalı devrimci bir stratejide, kooperatif, hemen başlaması gereken bir örgütlenme ve hazırlık aracı olarak kullanılırken, kooperatifler (diğer kurumlar ve yapılarla birlikte) zincirlerinden kurtarılacak ve ortaya çıkan alternatifin temelleri oluşturulacaktır. Dolayısıyla bu strateji, devrimci bir kopuşun ancak koşullar uygunsa mümkün veya sürdürülebilir olduğunu kabul ederken, bu fırsatların ancak yıllar veya on yıllar önce gerekli hazırlıklar yapıldıysa alınabileceğini vurgular.

Kapitalist hegemonya içinde bir kooperatif ekonomisi uygulamaya çalışmanın temel çelişkisi, kapitalist piyasaların mantığının sürekli baskısından kaçınırken nişin (uygun yer) ötesine geçen kooperatiflerin nasıl yaratılacağına dair çözülmemiş bilmecedir. Rosa Luxemburg’un iddiasını takiben, kapitalist modernite içinde kooperatiflerin tuzağa düşmeye mahkum olduğuna katılıyorum. Luxemburg, “Sosyal Reform veya Devrim” (Social Reform or Revolution) kitabında revizyonist tartışma için Eduard Bernstein’ı ağır bir şekilde eleştiriyor. Bernstein’ın kapitalizmin benimsenebilir olduğu ve Luxemburg gibi eleştirmenlerin çoğunun tahmin ettiği gibi kaçınılmaz olarak çökmeyeceği yönündeki analizini savunurken (120 yıl daha fazla kapitalist tarihe erişim avantajımla), onun genel eleştirisine katılıyorum ve önerdiği kooperatiflerin ve sendikaların neden “kapitalist üretim tarzını dönüştürmekte tamamen yetersiz oldukları” argümanını kullanıyorum: kooperatifler asimilasyon tuzağına düşebilir, bu da piyasa rekabetine boyun eğmek anlamına gelir. Bu durumda er ya da geç, üretimin sermayenin çıkarıyla kontrolü, kooperatifin hayatta kalması önlenemez hale gelir. Ya da alternatif olarak, eğer üyeler ilk tuzağa direniyor ve bazı ilkelerini korumayı başarıyorsa, ikinci soyutlanma ve kendini sömürme tuzağına düşerler. Bu durumda, kapitalist piyasadan görece ayrıdırlar, ancak alternatif olmadığından, bu bir mahalle ütopyasının (görece) önemsizliğine, üyelerin tükenmesine veya dağılmasına yol açar. Luxemburg şöyle açıklıyor: “(kooperatifler) kendilerine karşı kapitalist girişimci rolünü oynamakla yükümlüdürler –kooperatiflerin üretimdeki olağan başarısızlığını açıklayan çelişki- ya saf kapitalist işletmeler haline gelir ya da işçilerin çıkarları hakim olmaya devam ederse, çözülerek sona erer”.

Bir sonraki adım olarak Luxemburg, kapitalist piyasa baskısından kaçınmanın tek yolunun bu mekanizmadan çekilmek olduğunu savunuyor. O, (üretim) kooperatiflerinin ekonomik çevrenin talep tarafını bağımsız bir şekilde düzenlemesi gerektiğini öne sürüyor. Bunun tüketici kooperatiflerinin rolü olacağını söylüyor. Öyleyse tüketici kooperatifleri çözümün eksik yap-boz parçası mı? Çok hızlı değil, Luxemburg genellikle gıda ve küçük ölçekli üretime bağlı olan tüketici kooperatiflerinin talep ettiği ürün yelpazesinin sınırlandırılması nedeniyle bunun hala çok sınırlı bir kapsam olacağını söylüyor. Ekonominin kontrolünü ele almak için sistemle ilgili endüstrilere ihtiyaç duyulacaktır. Bununla birlikte aynı zamanda, üretim ve tüketim kooperatifleri arasındaki bir ortak yaşamın, çoğunlukla ana kapitalist piyasa yapılarından bağımsız bir ekonomik üretim döngüsüne nasıl ulaşabileceğini anlatıyor. Bunun tek başına küresel üretim kalıpları için varoluşsal bir tehdit oluşturacağı yanılsamasına sahip değilsek, organize etmek ve değerli tecrübeler kazanmak için bir ortam sağlayabilir.

Böylece, kapitalist bir sistemde kooperatiflerin isteklerimize göre pek gelişemeyeceğini gördük. Aynı zamanda, eğer kooperatifler kapitalist sistem içinde kusursuz bir şekilde işlev görürlerse, bu kooperatiflerin çabaladığımız alternatif ekonominin kökü olmadığını göstermez mi? Marx, kendi kendini sömürme tuzağını, "işçilerin kendi kapitalistleri haline geldiklerini" belirttiği zaman tarif eder,  bu dışarıdan "gerçek" bir kapitalist tarafından sömürülmekten daha elverişli bir durumdur, ancak amaç olmayan bir ekonomi olmalıdır, hiç kâr elde etmemeye dayalı. Kooperatiflerin kapitalist modernite’de ödün vermeden hayatta kalamayacakları gerçeği, kendini sömürme veya başka bir asimilasyon biçimi, kapitalist hegemonyanın kooperatiflerin doğal yaşam alanı olmadığını gösterir.

Kooperatiflere gelecekteki ekonomik sistemin temeli olarak yöneltilen diğer bir yaygın eleştiri, temelde ücret sisteminden kopmamalarıdır. Sırf maaşlarımızı kendimize ödediğimiz için, bu hala bir ücret. Bu mesele, herhangi bir para kullanmadan karmaşık bir ekonomiyi organize edip edemeyeceğimiz temel sorusuyla el ele gider. Bunlar çok ilginç ve önemli sorular olsa da, ne ücretli emek ne de para bir kooperatifin gerekli bir niteliğidir. Bir kooperatifin temel ilkeleri aynı zamanda (muhtemelen daha da iyisi) herhangi bir ücrete tabi olmayan ve hatta parasız bir sistemde uygulanabilir. Ancak bunun ayrıntıları başka bir tartışmayı gerektiriyor. Ayrıca yukarıda anlatıldığı gibi Rojava'da bazı kooperatifler, her üyenin kendi ihtiyaçlarına göre çalışması ve sonuçtan ailesinin ihtiyaçlarına göre bir pay alması anlamında en azından ücret sistemini aşmayı başarmışlardır. Üstelik, Kuzey ve Doğu Suriye ekonomi komitesi sürekli olarak yeni bir ekonominin nasıl gerçekleştirilebileceğini farklı şekillerde düşünüyor ve deneyimliyor. Örneğin, Rojava'da paranın günlük bir araç olarak kaldırıldığı bir köy var. Bu köylülerin para kullanmaları gereken tek zaman, köylerini farklı bir bölge için terk etmeleridir. Ancak bu sadece küçük ölçekli bir deneyim.

Yaşamı düzenlemenin temelden farklı bir yolunun mümkün olduğuna dürüstçe inanıyorsak, toplumun ihtiyaçlarını karşılamanın ortak ve tatmin edici bir yolunu yeniden keşfetme yeteneğine inanmalıyız. Kooperatifleri devrimci bir araç olarak kullanmanın en güçlü argümanı, kooperatiflerin bir gün oluşturmak istediğimiz alternatif sosyo-ekonomik sistemin temel bir parçası olduğu gerçeğidir. Mevcut sistemde bu "sosyalizm nefesini" bugün uygulamaya çalışmanın umut verici olmadığı sonucuna varılsa bile, bir kooperatif ekonomisinin inşasının tüm farklı yönlerinde deneyim kazanmak yine de yararlı olabilir, örneğin, kapitalist bir şirketi bir kooperatife dönüştürmek.

 Bu konuyla ilgili olarak, Rojava'daki deneyimlerimizden bir şeyler öğrenebiliriz. Devrimin ilk yıllarında kooperatiflerin inşası o günden bugüne farklı ilkelere göre yapıldı. Kısaca söylemek gerekirse, ilk kooperatiflerin bugünlerde çoğu Batılı 'kapitalist' kooperatifin bazı eksikliklerini paylaştığı söylenebilir. Örneğin, kooperatif dışındaki insanların bunlara yatırım yapması ve dolayısıyla diğer insanların emeğinden kâr elde etmesi mümkündü. Öz-yönetim bu eksikliği fark etti ve çok geçmeden kooperatifleri yerel komüne bağlayan ve kooperatifin halk tarafından kendileri için yönetilmesini sağlayan yeni ilkeler getirdi. Bu, Rojava'da alternatif bir ekonominin inşasında yer alan insanların her gün yaptıkları çok önemli deneyimlerden bir örnek. En sofistike ve derinlemesine düşünülmüş teoride bile, bir kooperatif ekonomisinin nasıl inşa edilmesi gerektiği, birçok hatanın ve yeni zorlukların sadece pratikte ortaya çıkacağını kabul etmeliyiz. 

Bu, dünyanın her yerinde bu deneyimlerden en azından bazılarını yapmaya başlamak için güçlü bir argüman. Dış koşulların değişmesini neden beklemeliyiz? Dolayısıyla, Rojava halkı özerk yönetim kurulmadan çok önce kooperatifler kurmaya başlamışsa, şu sonuca varılabilir: bu hatalardan ders çıkaracaklardı ve kooperatifler bugün daha olgun bir durumda olacak, tüm ekonominin bel kemiği olacaktı. Bununla birlikte, Kuzey ve Doğu Suriye'deki Kürt azınlığın kendi tarlalarına, evlerine, dükkanlarına sahip olmasına izin verilmediğini ve hatta ağaç dikmelerinin bile yasaklandığını unutmamalıyız. Bu baskıcı koşullar açıkça kooperatiflerin kurulmasında deneyim kazanılmasına izin vermedi. Dünyanın dört bir yanındaki insanların çoğunluğu bu kadar aşırı doğrudan baskı altında acı çekmese de, ciddi bir kooperatif yapısı kurma girişiminin devletlerin ve mevcut sistemden yararlanan çeşitli kişi ve kurumların çatışmasıyla karşı karşıya kalacağını unutmamalıyız. Dolayısıyla, "Dünyanın dört bir yanında kooperatifler kurmalı mıyız?" (hangi koşullar altında) sorusu cevaplamamız gereken soru. Ve takip eden can alıcı soru "Bunu nasıl yapmalıyız?"

Bir kooperatif ekonomisi inşa etmekten bahsederken, bu genellikle sıfırdan yeni kooperatifler kurmayı ima eder ve bu da her adımı tamamen ilkelerimize göre uygulamamıza izin vermeyi vaat eder. Bununla birlikte bir başka olasılık da, mevcut firmaları devralarak, mevcut bilgi birikimi ve tesisleri kooperatif haline getirmektir. Bu stratejiyi dikkate almaya değer kılan şey, artık küçük ölçekli üretimle sınırlı kalmayacağımız için mülkiyet kontrolünde ciddi bir değişiklik gerçekleştirebilmemizin avantajıdır. Buna ek olarak, böyle bir ele geçirme, derhal sınıf, güç ve şiddet sorularını gündeme getirir, çünkü yürütme gücü olarak polisle birlikte devletin özel kâr ve mülkiyetin çıkarlarını nasıl koruduğunu hemen gösterecektir. Fabrika devralmalarının iyi bilinen bir örneği, 2000'lerde Arjantin'de işçiler tarafından geri kazanılmış fabrikalardır. 2001'deki ekonomik bunalımın ardından birçok işletme iflas etti, işçileri attı  ve fabrikalarını kapattı.

Önemli bir faktör, fabrikaların işgalleri ve devralmalarının, Arjantin devletinin neo-liberal politikasına karşı çıkan genel bir siyasi hareketin içine gömülmüş olmasıydı. Bununla birlikte, kapitalist bir ortamda böyle bir hareket büyük bir ivme kazanmadıkça ve ana sanayilerin önemli bir bölümünü geçmedikçe (bu, genel grevle karşılaştırılabilir boyutlarda bir senaryo olabilir), yine de aynı çelişkilere maruz kalacaktır.

Kooperatiflerin rolünün dünyanın farklı bölgelerindeki mevcut sosyo-ekonomik ve politik koşullara göre değişmesi gerektiği açıktır. Bu nedenle, sonunda üç farklı kategorideki farklı stratejilerin neye benzeyebileceğinin bir taslağını vermeye çalışacağım.

İlk aşama, kapitalist modernite’nin merkezini aradığım aşama. Kapitalizm çağından bugüne kadar etkilenmemiş herhangi bir kültürü bulmak için dikkatlice bakmak gerekse de (kelimenin tam anlamıyla yeryüzünde iklim etkileri dikkate alındığında etkilenmeyen hiçbir kültür / yer bile yoktur), hegemonik sistemin maddi koşulların çok ötesine ulaştığı ve halkların zihniyetinde her yerde bulunduğu için tarihsel bir sistem olarak algılanmadığı modern kapitalist ulus-devletlerden bahsediyorum. Bu düşmanca ortamda, kooperatiflerin karşılaştığı tuzakların (yukarıda açıklanmıştır) üstesinden gelinmesi zordur. İşte burada, devrimcilerin zamanının ve çabalarının farklı projelere veya mücadelenin farklı bölgelerine daha iyi yatırılıp yatırılamayacağını kendimize sormalıyız. Yine de bu ilk senaryoda kooperatifler kurmaya karar verirsek, kooperatiflerin odak noktası mal üretiminden çok sağlık / bakım, barınma veya kültür gibi temel ihtiyaçlarla ilgili olabilir. Bunun için, uygulanabilir tek uzlaşma, kooperatiflerin rolünün farklı bir odak noktasına kayması olabilir: kooperatifler eğitim ve örgütlenme yerleri haline gelebilir; topluluk yaratmanın ve bir mahalleyi bir araya getirmenin ötesinde. Bu size yukarıda tartışılan Rojava'daki kooperatiflerin temel amaçlarından birini hatırlatabilir. Bunu diğer mevcut sosyal / topluluk merkezlerinden ayıran nedir? Bir bakıma, çok fazla değil ama, kolektif bir kafe, dükkan veya bisiklet tamiri olsa bile, tutarlı bir şekilde uygulandığında, yine de insanların takılıp kapitalizm içindeki günlük koşuşturmaya bir mola verebileceği bir yerden daha fazlasıdır, bu komünal ekonomi’nin ve demokratik modernite’nin küçük bir maddi farkındalığıdır. Toplumun anlamlı bir yaşam dürtüsüne uyanmak ve daha fazlasına iştah uyandırmak için, somut bir alternatif sağlama amacı olsun.

İkinci kategori veya aşama, kapitalizm zihniyetinin ve ekonomik mantıksızlığının her köşeye ulaşmayı başaramadığı veya devletin etkisinin kapitalist modernite’nin merkezindeki kadar kapsamlı olmadığı ülkeler ve bölgeler için geçerli olabilir. Böyle bir ortamda kooperatifler, örneğin, siyasallaşmış bir topluma sahip bir ulus-devlet içindeki belirli bir bölgeyle sınırlı olsa bile, bir dereceye kadar özerk ekonomiye ulaşmak için gerçekten nefes alma alanına sahip olabilirler. Bu, başkentlerden uzak bölgelerde gerçekleşecek olsa bile, bir kez dış ve iç baskı boşluğu içinde bir kooperatifler ağı kurulduğunda, toplum bu yeni özgürlüğü devletin veya uluslararası piyasa güçlerinin saldırılarına karşı savunmaya istekli olacaktır. Bu nedenle, bu ikinci senaryo için amaç, sonunda hegemonik güç ilişkilerine meydan okuyan paralel bir ekonomiyi samimi bir şekilde inşa etmek olmalıdır.

Üçüncü meseleyi, ulus-devlet gücünün yokluğu ya da iktidarın halkın kurtuluşuna adanmış devrimci bir hareket şeklinde halkın elinde olduğu bir durum olarak tanımlıyorum. Bu senaryoda amaç net olmalıdır: kooperatifleri komünal bir ekonominin temeli olarak somutlaştırın. Son sekiz yılda Kuzey ve Doğu Suriye, açıkça üçüncü kategoriye giriyor. Dikkate alınması gereken önemli nokta, sıfırdan üçüncü adıma atlamanın pek mümkün olmamasıdır. Bu demektir ki, toplum hayatın ve ekonominin kooperatif bir şekilde örgütlenmesinde pratik veya teorik deneyim kazanacak bir değişikliğe sahip değilse, bunu yukarıdan uygulamak mümkün değildir. Bu, demokratik konfederalizm’in kendisini geçmişin merkeziyetçi reel-sosyalist girişimlerinden ayırdığı önemli bir farktır: Ekonomi Komitesi üyeleri, toplumun üretim yolunu empoze etmek yerine derin bir alternatif ekonomi inşa etmesi için birinci ve ikinci adımlar olarak tanımladığım yoldan sapmanın hayati önem taşıdığını vurgulamaktadır. Bu, senaryo bir veya iki kapsamındaki kooperatiflerin üçüncü senaryo gerçekleşene kadar yolu açmada gerçekten önemli bir rol oynayabileceğine dair olumlu bir bakış açısı olabilir. Eğer siyasallaşma aşamaları, örgütlenme ve deneyimler gözden kaçırıldıysa veya siyasi olarak mümkün değilse (yukarıda anlatılan rejimin baskısı nedeniyle Kuzey ve Doğu Suriye'de olduğu gibi), bu nedenle, aslında üçüncü senaryoda olsak bile bu adımlar atılacaktır.

Sonunda, nasıl temel bir alternatif ekonomik sistemin demokratik üye kontrolüne sahip bir tür kolektif olarak sahip olunan birimlere dayanamayacağını hala hayal edemiyorum, başka bir deyişle: kooperatifler. Bu, bir kooperatif kurmanın her zaman ve her yerde stratejik olarak akıllıca ve devrimci bir şey olduğu anlamına gelmez. Bu yaklaşımın neden tamamen boşuna, yanıltıcı ve hatta ters etki yapabileceğine dair düşüncelerimi paylaşmaya çalıştım. Aynı zamanda, neden, nasıl ve hangi şartlar altında, nerede olursak olalım, bugün hala kooperatif ekonomisi kurmaya başlamayı düşünmemiz gerektiğine dair bazı fikirler de sundum. Rojava, kooperatif ekonomisinin toplumun ekonomik ihtiyaçlarının karşılanmasının çok ötesine geçtiğini gösteriyor: kooperatiflerin kurulmasının kadın özgürlüğü, radikal ekoloji, kültürlerarası değişim, taban demokrasisi ve komünal yaşam tarzının yeniden kurulması ile el ele gidebileceğini ve gitmesi gerektiğini gösteriyor. Kısaca: Kooperatifler Devrimdir!

 

Kaynak: Bu metin, "Revolution and Cooperatives" başlıklı yazıların ikinci parçasının çevirisidir. BiosEthosPoliticos Ekibi tarafından kolektif bir şekilde çevirilip redakte edilmiştir.

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Erkek nedir? - Atakan Mahir

Rojava'da Devrim ve Demokratik Komünal Ekonomi - Ferîk Özgür

Devrim ve Kooperatifler: Rojava Ekonomi Komitesi'yle geçirdiğim zaman üzerine düşünceler (I) - Rojava Enternasyonalist Komünü