Kürdistan özelinde Türkiye'nin paramilitarizm tarihi - III
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
90’lı Yıllar: PKK’ye Karşı Oluşturulan Paramiliter Gruplar
SSCB’nin
yıkılması, Körfez Savaşı...Tek kutuplu dünyanın Türkiye’ye etkisi nasıl oldu?
Bir taraftan Körfez
Savaşı ve Ortadoğu’da ciddi bir savaş ve hareketlilik var. Yine Sovyetler
Birliği’nin dağıldığı bir dönem. Çift kutuplu dediğimiz dünya ortadan kalkıyor.
PKK bu dönemde hem lojistik hem de kitleselleşme açısından ciddi bir güç elde
ediyor. Büyük Serhildanlar var. İnsanların PKK’ye desteği ciddi şekilde
artmıştır.
PKK’nin silahlı savaşı
başlatmasından yıllar sonra, dönemin bazı generalleri “Biz doğuyu
kaybedeceğimizden korkmaya başladık” diyorlar. Muhtemelen devletin idari ve
askeri bürokrasisinin içerisinde böyle tartışmalar var. Çünkü devletin kapasitesi
oldukça zayıf. Bu dönemde devlet yeni bir strateji oluşturmaya başlıyor.
Tezimde bunu “düşük
yoğunluklu savaş stratejisi” aracılığıyla tartıştım. Ordudaki subaylar, birçok
akademisyen ve araştırmacı da yeni savaş stratejisini böyle tanımlıyor. ABD
ordusunun, dolayısıyla NATO ülkelerinin özellikle ulusal kurtuluş hareketlerine
karşı kullandığı bir strateji. Ulusal Kurtuluş Mücadelesi verilen ülkelere
destek amaçlı, ABD ordusunun oluşturduğu stratejinin asıl hedefi silahlı
gerilla güçleri değildir. Çok komplike olan bu stratejide ağırlıklı olarak
muhalif silahlı grupları destekleyen siviller hedeflenmiştir.
Devlet yapısal bir
dönüşüme gidiyor. Orduyu değiştirip, dönüştürüyor. Sovyet tehdidine karşı
oluşturulmuş orduyu dönüştürüp, daha mobil bir ordu sistemi kuruyor. Bolu ve
Kayseri Komando Tugayları bu mobil ordu sisteminin önemli birimleridir. Bu iki
askeri birimi “paramilitarizm ile militarizm arasında gidip gelen grup” olarak
tanımlıyorum. Çünkü eylemleri ve yaptıkları itibariyle paramiliter grup gibi
hareket ediyorlar. Ama öte taraftan ordunun resmi birlikleridirler.
PKK’nin
ortaya çıkışı ile birlikte Türk Devleti mevcut paramiliter gruplarda ne gibi
değişikliğe gitti?
1984’de çatışmalar
başladığında Soğuk Savaş dönemi devam ediyordu ve hala kapitalist devletler
için “Komünist tehdit” söz konusuydu. Türkiye de komünizm karşıtı cephede yer
alıyordu. Türkiye’nin ordusu Sovyet işgaline göre konumlandırılmış
“konvansiyonel” dediğimiz hantal yapıya sahip bir NATO ordusuydu. Muhtemelen
PKK’yi de Şeyh Said veya Ağrı İsyanı gibi kısa sürede bitireceklerini
düşündüler.
Türkiye’deki yönetici
elit, ordunun yapısında çok fazla değişiklik yapmadan muhtemelen çeşitli
paramiliter gruplar kurarak, PKK ve destekçilerine karşı savaşı sürdürebileceklerini düşündüler.
Ordunun yapısını çok değiştirmeden bir ara çözüme gittiler. İlk anda yani 1985
yılında koruculuk sistemi kuruldu. Normalde Köy Koruculuğu, PKK ile savaşmak
için kurulan gruplardan değildi. Araziyi ve kırsal alanı çok iyi bilmelerinden
dolayı ağırlıklı olarak istihbari amaçlarla kuruldu.
Eski özel tim mensubu
Ayhan Çarkın’ın verdiği bir mülakatta -Hasan Kundakçı da anılarını yazdığı
kitabında bu bilgilere yer vermiştir- 1985 sonu 1986 başlarında, birkaç yüz
kişiden oluşan Özel Tim’in oluşturulduğunu ve Kürdistan’a gönderildiğini
söyler.
Bu Özel Tim ekibi
buralarda kontrolü sağlamanın yanında aynı zamanda çatışmalara giden bir
ekiptir. Tezimde de iddia ettim. Devlet bu grupları ağırlıklı olarak,
istihbarat ve sivillerle PKK arasındaki bağı tespit etme veya koparma amacıyla
kurmuştur.
Gayri resmi olarak
tanımladığım JİTEM ve Hizbullah da bu dönemin paramiliter yapılanmalarıdır. Son
dönemlerdeki tartışmalardan, devletin yazışmalarından, Susurluk Raporu’ndan ve devlet
şiddetiyle karşılaşmış Kürtlerden JİTEM’i biliyoruz. Bu birim kuruluş tarihi hala
resmi olarak ifade edilmese de 1987 yılında kurulduğu söyleniyor ve hala
reddedilen bir birim. Tüm Kürdistan ve Türkiye JİTEM’i biliyor ama devlet
reddediyor. Bu dönem paramiliter grupların ağırlıklı olarak istihbarat amaçlı
kullanıldıkları bir zaman aralığıdır. Fakat durum 1991’den sonra fazlasıyla
değişiyor.
Doktora
teziniz özellikle 90’lı yılları kapsıyor. 90’lı yıllarda JİTEM ismi her Kürt’ün
bilincinde. Çalışmanızda JİTEM ile ilgili ne gibi sonuçlara ulaştınız?
TBMM’de darbeleri
araştırmak için kurulan komisyonunun 2012 yılında hazırladığı ve yaklaşık bin
500 sayfadan oluşan raporda enteresan
bir ifade bulunuyor. Raporda JİTEM’in Özel Harp Dairesi örnek alınarak
kurulduğu söyleniyor. Ordu reddetse de JİTEM elemanı olduklarını ve işledikleri
cinayetleri açıklayan bir çok kişi var. Eski
Batman Valisi Salih Şarman “Rutin Dışı” isimli kitabında bire bir olmasa da ‘JİTEM
vardı ve biz gayet iyi ilişkiler içerisindeydik’ minvalinde ifadeler
kullanıyor. Özel Tim, Köy Koruculuğu ve JİTEM devlet tarafından kurulan silahlı
paramiliter gruplardır. Bu grupların eylemleri, uzun yıllara yayılmış
cezasızlık geleneği ile ya reddediliyor ya da bu grupların işledikleri suçlar
açığa çıkıp dava konusu edilse bile bir süre sonra mahkemelerce takipsizlik
verilerek işlenen suçların üzeri örtülüyor.
Hizbullah’ı bu dönemdeki paramiliter gruplardan ayıran özelliği nedir?
Hizbullah da benzer
biçimde yasal olmayan, devlet tarafından direkt kurulmayan ama devlet
tarafından kullanılan bir grup. JİTEM gibi gruplardan daha farklıdır.
1970’ler
sonu, 80’ler başında radikal İslamcı Kürtlerin Batman’da oluşturdukları illegal
bir örgüttür. 1991 – 1995 arası Kürdistan’daki çatışmaların en yoğun olduğu dönemdir.
1993 ile 1994 şiddetin zirvede olduğu, köylerin yakıldığı, faili meçhullerin,
zorla kaybetmelerin en fazla yaşandığı yıllardır. Hizbullah tam da bu dönem
silahlanıyor, radikalleşiyor.
Arif
Doğan “JİTEM’i Biz Kurduk” adlı kitabında, Hizbullah’ı PKK’ye karşı
kendilerinin kurduğunu söyler. Ama Hizbullah’ın kendi kaynaklarına ve Hizbullah
hakkında çıkan kimi akademik metinlere baktığımızda 1970 sonlarından itibaren,
özellikle 80’li yıllarda bu ekip zaten var. Bu ekip İran’a gidip gelen gruplar
içerisindedir. Lübnan’da İran’ın desteklediği Şii Hizbullah grubu bulunuyor.
Türk Hizbullah’ı ya da Kürt Hizbullah’ı dediğimiz grup ise radikal Sünni bir
gruptur. Hizbullah’ın PKK yanlısı Kürtlere (hem PKK hem de rakip İslamcı
grupların destekçilerine) karşı uyguladığı şiddet ağırlıklı olarak 91 – 95
yıllarını arasını kapsıyor.
Kimileri
95’ten itibaren Kürtlerin içindeki iç tartışmalarla, hatırı sayılır insanların
araya girmesiyle çatışmaların azaldığını söyler. İşin bir tarafı bu olabilir.
Ama diğer taraftan 95’ten sonra Hizbullah’ın şiddeti azalıyor. Devlet mi yoksa
Hizbullah mı bunu istedi, buna dair net bir bilgi yok.
Devlet kendisi için bu kadar kullanışlı bir aparatı neden
ortadan kaldırmış olabilir?
Muhtemelen
devlet Hizbullah’ın yapması gerekeni yaptığını, büyümesi durumunda kendilerine
de zarar vereceğini düşünerek 1995’te Hizbullah’a yöneldi. Birçok üyesini
tutukladı. Çok fazla Kürt sivilin öldürülmesinden sorumlu bir yapı Hizbullah.
Sivillere
yönelik bu katliamlarla çok ciddi “savaş tecrübesi” elde etmiştir. Devlet
muhtemelen sivil katliamlarla elde edilmiş bu savaş tecrübesinin kendisine
yöneleceğinin muhasebesini yaptı. 95’ten itibaren Hizbullah’a yönelik ciddi
tutuklamalar var. 2000’li yıllara gelindiğinde Hizbullah iddianamesine
bakılırsa, 4 bin civarı kişinin tutuklandığını görüyoruz. Bu grubun liderleri,
200’e yakın kişinin öldürülmesinden sorumlu tutuluyor. Ama Kürtler, özellikle
Batmanlılar ve o dönemin gazetecileriyle yaptığım mülakatlarda, Hizbullah
üyelerinin askeri kışlalara çok yakın alanlarda eğitim aldıklarını dile
getirdiler. Bu ekibin eğitim yeri ile askeri kışla arasında bir kaç yüz metre
olduğunu, eğitim verenlerin de çok büyük ihtimalle emekli askerler olduğunu
söylediler. Ki buna dair zaten çeşitli itiraflar var.
Hizbullah ve JİTEM’in sivil katliamlarına en fazla Mardin,
Amed ve Batman’da rastlıyoruz. Bölgeler arasındaki paramiliter gruplar,
paramiliter grupların şiddeti ve çatışma yoğunlukları arasındaki farkın temel
nedenleri nelerdir?
Devlet
1980’lerin sonlarından itibaren PKK’ye karşı yerel ve büyük bir kontrgerilla
ordusu kurmayı uzun süre tartıştı. Bu tartışmayı başlatan da Cem Ersever’di.
Fakat
1990’lara gelindiğinde büyük ve oldukça göze batan, hukuk dışına çıkacak bir
ordu yerine, her bölgeye özgü daha küçük ölçekli, yeri geldiğinde
gerçekleştirdikleri eylemlerde devletle olan bağı reddedilebilecek gruplar ve
çeteler kuruldu. Muhtemelen savaşın yoğunluğuna göre her bölgenin toplumsal
yapısı da göz önünde tutuldu. Kimi bölgelerde paramiliter şiddet açıktan
kullanılsa da farklı bölgelerde din ya da benzeri ideolojik aygıtlar da devreye
sokuldu.
Genel
olarak çatışmaların fazla olduğu ve PKK’ye halk desteğinin görece daha belirgin
olduğu yerlerde paramiliter gruplar daha aktif kullanıldı. Bazı yerlerde ise
bazı paramiliter grupların öne çıkması da diğer bir etkendir. Örneğin Hakkari’de
‘korucular’ oldukça aktif kullanıldı. Bingöl, Dersim hattında Yeşil ve ekibi
vardı zaten. Mardin, Diyarbakır ve Batman’da JİTEM ile birlikte Hizbullah çok
yoğun kullanıldı. Yine yerellerdeki paramiliter grup liderlerinin rolleri de bu
farkları oluşturan nedenlerden.
Durum
oldukça komplikedir. Yani devletin kurdukları, devletin stratejisi
doğrultusunda hareket ediyorlar. Devletin kurmadığı ama işbirliği içerisinde
olan kimi gruplar da o doğrultuda hareket ettiriliyorlar. İsmet Sezgin,
İçişleri Bakanı olduğu döneme dair Hizbullah'la ilgili bir soruya “Bazı gruplar
bazı amaçlar doğrultusunda kullandırılmış olabilir” şeklinde cevap vermişti. PKK
yanlısı sivilleri elemine etmek için kullandıklarını dile getirmese de,
Hizbullah 90'lı yıllarda bu amaçla kullanılmıştır.
Bu
paramiliter grupların en aktif kullanıldığı dönem...
Kürdistan’daki İnsan
Hakları Derneği, TİHV ve farklı sivil toplum kuruluşlarının hazırladığı kimi
raporlara bakıldığında katliamlar, köy yakmalar, zorla kaybetmeler, faili
meçhul cinayetler ve yargısız infazlar 1991’den sonra çok hızlı bir şekilde
artıyor. 93 – 94 zirvedir. 96’dan sonra yavaş yavaş azalıyor.
90’lı
yıllarda Kürdistan’da büyük bir vahşet yaşanırken, Türkiye’de toplumun buna
tepki vermemesini nasıl yorumlamalıyız ve araştırmalarınıza dayanarak nasıl bir
sonuç ortaya çıkıyor?
Bu yıllarda Türkiye
günümüzdeki gibi çok ciddi bir ekonomik sıkıntı yaşıyordu. Özel televizyon
kanallarının, özel medyanın yeni yeni çıktığı bir dönemdi ve devlet basını
ciddi şekilde kullandı. Neyin haberinin yapılıp yapılmayacağına dair çok ciddi
kriterler vardı. Toplumun “rahatsız” olacağı çok fazla şey, başta çatışmalar
olmak üzere, haberleştirilemiyordu. Ağırlıklı olarak “terörizm, bölücülük ve
ülke elden gidiyor” üzerinden tartışmalar yürütülüyordu. Toplum böylelikle
kutuplaştırılıp, saflar netleştiriliyordu.
Ağırlıklı olarak
Kürdistan dışında yaşayan nüfus, 1970’lerdeki “duyarlı” diyebileceğimiz toplumu
gibi değildi. 90’larda toplum, devletin yedeğine alındı. Çünkü 1980 Darbesi
toplumu adeta ezmişti. Ciddi insan hakları ihlalleri yaşanmıştı. On binlerce
insan gözaltına alınmış, yüzlercesi öldürülmüştü. Diyarbakır Cezaevi başta
olmak üzere her yerde işkence had safhaya ulaşmıştı.
1980 – 1990 arası toplum
eğlence sektörüyle, ekonomik olarak zengin olma hayalleriyle, sendikal olarak
örgütsüzleştirilerek ve çatışmalardan uzak tutmak için üretilen yalan
haberlerle gerçeklikten kopartılarak adeta “siyasetsizleştirildi”. Siyaseten
hakkını arayan toplumsal kesim ortadan kaldırıldı. Toplum hem savaşın
nedenlerinden ve sonuçlarından hem de siyasetten uzaklaştırılmıştı.
Bu dönemde Kürdistan’daki
savaşla ilgili görüştüğüm ve kendilerini seküler, demokrat olarak tanımlayan
Türkiye’nin batısından bazı insanlar yaşananlardan, savaşın etkilerinden
haberlerinin olmadığını belirtmişlerdi.
Ayhan Çarkın’ın
itiraflarında “biz yaptık” dediği birçok olay o yıllarda, “PKK yaptı” denerek
medyada sunuluyordu. Ayrıca o dönemde Kürdistan’da bulunmuş askerlerin
anılarının satır aralarında da zaten ağırlıklı olarak birçok şeyi görmek
mümkün. O dönem görev alan generallerden birisi, bazı hakim ve savcıların kendi
lehlerinde karar vermediklerinde evlerinin yanlarına bomba atarak kararlarını
değiştirmelerini sağladıklarını söylemişti. Elbette bu itirafların ve
açıklamaların yerini bulması için hukuki sürecin işletilmesi, somutlaştırılması
ve yüzleşme sürecinin gerçekleşmesi gerekiyor. Bu yüzleşme süreciyle birlikte hesaplaşma ve kimi ortak noktalarda
uzlaşmanın olması gerekiyor. Fakat bunlar maalesef yapılmadı.
Türkiye’de
paramiliter yapılar, mafya ve devlet ilişkisi denildiğinde Susurluk’taki malum
kaza akla gelir. Susurluk Olayı neden önemli?
1996 bütünüyle bir kırılma
sürecidir, asıl kırılma ise Susurluk’ta gerçekleşti. Susurluk, 1950’lerden
itibaren devlet içerisindeki çeteleşmeyi, paramiliterleşmeyi, içiçe geçmiş
çete, mafya, bürokrat, asker, polis, siyasetçi arasındaki karanlık ilişkiyi
açığa çıkardı. Siyasetsizleştirilmiş toplum bile buna tepki gösterdi. İnsanlar
ilk defa ciddi anlamda siyasi taleplerde bulundular. “Temiz siyaset” gibi
ifadeler kullanıldı. “Bir dakika karanlık eylemleri” yapıldı. Devlet 1991’de
başladığı stratejik dönüşümle ölüm mangalarına dönüştürdüğü paramiliter
grupları kısmen de olsa geri çekti ya da sönümlendirdi.
98 – 99’dan itibaren
Türkiye’nin AB üyelik süreci tartışılmaya başlandı. Devletin resmi veya gayri
resmi silahlı birlikleri ise o döneme kadar birçok katliam yapmış, bir çok insan
hak ve özgürlükleri ise tamamen ortadan kaldırılmıştı. Türkiye’nin demokrasi ve
insan haklarına dayalı prensiplere aykırı olan bu savaş uygulamalarıyla, AB’ye
üyeliği söz konusu değildi. Ekonomik ve siyasi birliğe dahil olmak istiyorsa
bazı kriterleri yerine getirmesi gerekiyordu. AB üyelik şartlarının
tartışıldığı bu süreçte devlet, paramiliter grupların bir kısmını ciddi anlamda
Kürdistan’dan geri çekti.
İkinci
Bölüm.
- Bağlantıyı al
- X
- E-posta
- Diğer Uygulamalar
Yorumlar
Yorum Gönder